ASMAKAT
Klasik Batı Edebiyatı Fanzini
Aralık 2021 Sayı: 11
Halm
içindekiler
- Friedrich Halm (Avusturya Edebiyatı)
- Halm, Seçme Şiirler
- Friedrich Robert Faehlmann (Estonya Edebiyatı)
- Faehlmann, Estonca Fiillerin Çekimlerle Düzenlenmesi
(Kısa Bir Bölüm)
FRIEDRICH HALM
Hayatı:
Gerçek adı, Eligius Franz Joseph Freiherr von Münch-
Bellinghausen olan Halm, 2 nisan 1806’da, Polonya’nın Krakov
şehrinde doğar. Babası, temyiz mahkemesinde memurdur. 1809’da
Viyana’ya taşınırlar. 1816 yılında, Melk’de, bir vakıf okuluna başlar.
Okulda, felsefe ve hukuk dersleri alır. 1822’de, bu okuldan mezun
olur. Daha sonra, Schotten Lisesi’ne gider. İtalyan ve İspanyol
edebiyatına ilgi duymaktadır. 1826’da, Linz’de, K.K. Fiskalamt ile
birlikte İmparatorluk ve Kraliyet Mali Ofisi’nde devlet memuru olur.
Burada, tasarım stajyerliği yapmaktadır. Daha sonra evlenir.
Evliliğinde, mutlu değildir. Düğünden birkaç yıl sonra, karısı ciddi
şekilde hastalanır ve felç kalır. Çiftin oğlunun akıl sağlığı sorunları
vardır ve intihara teşebbüs ettiği için, bir akıl hastanesine gönderilir.
Halm, giderek daha fazla içine kapanır ve o zamanlar Hütteldorf’un
banliyösü olan yere, küçük bir ev inşa ettirir ve yaz aylarını genellikle
orada yalnız geçirir.
Halm bu evi özenle seçmiştir. Çünkü, Halm’un yıllar içinde çok
yakın bir ilişki geliştirdiği aktris Julie Radich’in villasının hemen
yanındadır. Hamburglu Radich, 1835’ten beri, Burg Tiyatrosu’nda
çalışmaktadır ve zamanının en iyi yıldızlarından biridir. İkisi,
Radich’in Griseldis’in başrolünü oynadığı Halm’ın bu ilk oyununun
provaları sırasında tanışmışlardır. Bu ilk tanışıklıktan bu yana, ikilinin
derin bir kişisel ve sanatsal dostluğu vardır. Halm, eserlerini yazarken,
Radich’i dahil etmiştir. Karşılığında, o da onun danışmanı ve yarattığı
rollerin en iyi bilinen tercümanı olur. İkisinin sadece çok derin bir
dostluktan öte bir şeyle bağlantılı olup olmadığı bugün netlik
kazanmamıştır. Çağdaşları en azından, asillik ve saflık dolu bir
ilişkiden söz etmişlerdir. İkisi birbirine binden fazla mektup gönderir
ve bazıları, Halm’un sevgisini, dostluğunu gösterir. Radich’in
cevapları ise, çok kişiseldir. Halm, zaman içinde, tüm Radich ailesiyle
çok yakın bir ilişki geliştirir.
Halm, küçük yaştan beri tiyatroyla ilgilidir. 1833’ten itibaren,
tiyatroyu kendisi kadar seven Benedikten tarikatına bağlı eski bir
öğretmeni olan, Michael Leopold Enk von der Burg ile dostluk
kurmuştur. Burg, Halm’ın yazdığı “Griseldis” adlı oyunu, Hofburg
tiyatrosuna yollar. Oyun,1835’te sahnelenir. Oyun, Halm’a büyük
başarı kazandırır. 1837’de ise, kitap olarak yayınlanır. Yazar, bu
başarıdan sonra, tiyatro oyunları yazmaya devam eder.
Halm, 1840’ta, Güney Avusturya yönetim danışmanı olur.
1844’te, Grillparzer’in çok istediği, Kraliyet Kütüphanesi
müdürlüğüne getirilir. 1846’da Fransa Kralı Louis-Philippe tarafından
Legion de Honour (Onur Madalyası) ile ödüllendirilir. 1847’de,
Avusturya Bilimler Akademisi üyeliğine, 1861’de ise, yüksek
parlamentonun yaşam boyu üyeliğine seçilir. Bir politikacı olarak,
sürekli arka planda kalmıştır. 1864’te Reichsrat’ın açılışında, siyasi
anlamda çok muhafazakar bir adam olan Halm, majestelerinin tahttan
konuşmasına cevap yazmak için seçilir. Onun sunduğu taslağın, çok
uysal bir dilde olduğu ortaya çıkar ve parlamenter özgüveni daha fazla
olan ve imparatora karşı daha kararlı bir tavır talep eden bazı
meslektaşların hoşnutsuzluğunu uyandırır.
1865’te, Alman Schiller Topluluğu’nun yönetim danışmanı olur.
1866’da ekselans unvanı ile özel bir meclis üyesi, 1867’de Mahkeme
Kütüphanesi başkanı olur. Aynı yıl, iki saray tiyatrosuna birden
yönetici seçilir. 1869’da Alman Schiller Topluluğu’ndaki görevi sona
erer. 1870’de, çeşitli tartışmalar nedeniyle, saray tiyatro
yöneticiliğinden ayrılır. Sağlık durumu da giderek bozulmaktadır.
Yazar, 22 mayıs 1871’de, Viyana’da hayatını kaybeder. Tabutu altı
atlı bir vagonda taşınır. Tören alayında, imparatoru temsilen bir prens,
ardından başbakan ve maliye bakanı, ardından aktörler, opera
sanatçıları ve yönetmenler vardır. Cenaze alayının varış noktası,
Hütteldorfer mezarlığıdır. Definden önce, Aziz Stephen Katedrali’nde
kutsanmıştır. 24 Mayıs 1871 tarihinde, toprağa verilir.
Eserleri:
Halm’un ilk eseri, 1823’te yazdığı, “Aziz Yılbaşı Gecesi” dir.
Halm 1826’da, “Tanrı’nın Gözü” isimli öyküsünü yazar. Heinrich von
Kleist etkisi görülen bu öykü, kutsal bir ikona saygısızlığın küfür
niteliğindeki eyleminin, doğaüstü yansımalarını anlatır. İftira atan bir
şövalyenin, pişmanlık sonucunda, psikolojik iç çekişmelerini söz
konusu edilir. 1828’de yazdığı, “L’ye Bir Akşam” isimli romanı ise,
Freud’çu psikanalitik kavramları öngören seks ve eşcinselliği
işlemiştir. İnsan cinselliğinin kendi cesur çizgisinde, cinsel dürtüleri
bastırılmış eşcinsel aşk ve tutku pençesinde insan ruhunun genel keşfi,
onun potansiyel ilerici görünümünü sergilemektedir. Bu eser yüzyıl
sonra Batı dünyasını kasıp kavuracak psikanalitik fikirlerin ön
yargılarını sağlayan bir belge niteliğindedir. Halm 1833’te, “Kılıç,
Çekiç, Kitap” isimli eserini yazar. Ancak bu eser hiç basılmamıştır.
Eser mutluluk arayışı için üç yol önermektedir: Savaş, Zanaat, Sanat.
Eserin ismi, bunları ifade etmektedir. Birkaç yüz sayfalık bu dram,
çok etkili pasajlara sahiptir.
Halm’ın diğer bir eseri, 1835’te yayınlanan, “Griseldis” adlı tiyatro
oyunudur. Eser, sadık bir eşin bağlılığının, acımasız yöntemlerle
sınanması gibi, klasik bir olayı konu edinir. Oyunda, yuvarlak masa
şövalyesi, mütevazı bir geçmişe sahip bir kadın olan Griseldis’le
evlenir ve bir bahis yüzünden onu teste tabi tutar. Katlanması gereken
tüm mantıksız taleplere rağmen, kocasına sadık kalır. Kötü bir oyuna
kurban gittiği ortaya çıkınca, Griseldis, kocasının yalanıyla o kadar
hayal kırıklığına uğrar ki onu terk eder. Kargaşaya neden olan tam da
kahramanın bu kararıdır. Kocasını kendi inisiyatifiyle terk eden bir
kadın, o zamana göre hayli sansasyonel bir şeydir. Halm, 1838’de,
“Simyacı” adlı eserini yazar. 1840’ta, “Hafif Bir Kara” ve “Neşeli
Düğün Şarkıları”’nı; 1841’de, “İtalya” adlı eserini yazar. 1842’de,
“Kral ve Köylü” adlı oyununu kaleme alır. Aynı yıl, Shakespeare’in,
“Cymbeline” adlı oyununu Almanca’ya çevirir ve “İmelda
Lambertazzi” adlı eserini yazar. 1843’te ise, “Vahşi Doğanın Oğlu”
adlı eserini yazar. Bir kadının aşkını ve barbarlığa karşı direnmesini
konu alan bu eser, İngiliz sahnelerinde, “Barbar İngomar” adıyla
oynanmıştır. Halm, aynı yıl, “Camoes” adlı eserini kaleme alır.
Halm, 1847’de “Maria da Molina”, 1848’de “Yasaklama ve Emir”
isimli oyunlarını yazar. 1850’de Stuttgart’ta, “Şiirler” yayınlanır.
1856’da, “İphigenie Delphi’de” adlı oyununu ve “Marzipan Lise”
isimli öyküsünü yazar. Marzipan Lise, Alman edebiyatının ilk
kurgusal-suç öyküsüdür ve Alman öykücülüğünün incisi kabul edilir.
1857’de, “Sampiero” adlı trajedisini yazar. Bu eser, siyasi fanatizme
bağlı olarak insanlığın trajik kaybını betimleyen bir eserdir. Aynı yıl,
“Ravenna Gladyatörü” nü kaleme alır. Bu oyun, Halm’ın en iyi eseri
kabul edilir. Oyunda, Almanya’yı, Roma İmparatorluğu yönetiminden
kurtaran, Arminius’un oğlu Thumelicus anlatılır. Tarihi drama,
seyirciler tarafından coşkuyla karşılanır. Ancak prömiyeri, tam bir
skandal izler. Bavyera’daki Pfaffenhofen’dan bir okul müdürü, daha
önce, benzer içerikte bir oyun yazmış ve onu Burg Tiyatrosu
yönetmenine göndermiştir. “Ham, ifadede kötü, teknikte aptal” olduğu
için kabul edilmemiştir. Ancak okul müdürü, Halm’un eskrimci fikrini
kendisinden kopyaladığını iddia eder ve bu nedenle intihal davası
açar. Aslında, bunun arkasında garip bir öykü vardır. Halm, dramasını
Dresden’deki bir arkadaşına göndermiş, o da onu bir takma adla Burg
Tiyatrosu’na sunmuştur. Halm, adına dayalı olası bir tercihten
kaçınmak için bu yolu seçmiştir. Uzun tartışmalardan sonra, eserin
Halm’a ait olduğu kabul edilir.
Yine 1857’de “Kraliçe” isimli oyununu yazar. 1859’da, Yüzyıl
Önce” isimli oyununu, 1860’ta “Akşam Arkadaşları” isimli öyküsünü
yazar. Bu öykü, onun kurgusal anlatı yeteneğini göstermektedir.
Halm, 1863’te, “Begum Somru” adlı eserini yazar. 1864’te, “Vahşi
Ateş” ile öykü-şiir tarzı “Güzel Cuma” adlı eserlerini yazar. Aynı yıl
yazdığı, “Verona Köprüsü’ndeki Ev” isimli uzun romanı ise, ahlaki
açıdan iticidir. Ağır bir takıntıya teslim olan bir adamın içsel çöküşüne
odaklanmaktadır. Bu roman alanında, en derin zihinsel temsillerin
ustasıdır.
Aziz Yılbaşı Gecesi isimli eserin kritiği:
Eserin konusu, 30 Aralık 1631’de başlayıp iki günden az sürer ve
Köln’de geçer. ln’deki Capuchin manastırından “Koruyucu”
Sebaldus, mütevazi Rahip Placidus’a olağandışı bir görev verir. Ertesi
gece saat 11’de Placidus, emekli bir ordu albay olan küçük kardeşi
Mauritius ile uzun süredir kan davası içinde olan varlıklı tüccar
Egydius Kleeborn’un evine gitmek zorundadır. Ölen babalarının son
vasiyeti uyarınca, çatışan kardeşler, her yılbaşında bir keşişin
huzurunda bir araya gelmeli ve gelecekteki tüm düşmanlıklardan
vazgeçmeye ve bir kardeşlik sevgisi yılını başlatmaya yemin
etmelidirler. Akşam saatlerinde kardeşlerden biri, diğerine hakaret
ederse, suçun ciddiyetine bağlı olarak Capuchin Manastırı’na belirli
bir miktar para verecektir. Ertesi akşam Peder Placidus, Kleeborn
konağının yolunu tutar ve burada Egydius Kleeborn ile buluşur.
Birkaç dakika sonra, Egydius’un küçük kardeşi Albay Mauritius
Kleeborn, uşağı Philipp ile birlikte gelir. Keşiş tarafından öğüt ve İncil
okuma ritüeli ve kutsamalar konuşulduktan sonra, Placidus, kardeşlere
gece yarısı saat vurana ve yeni yıl gelene kadar dostça sohbetle
birlikte oturmalarını söyler. Kendisi toplantı bitene kadar, odanın
dışında tek başına oturacaktır. Kendi hallerine bırakılan iki kardeş,
karşılıklı nefretlerini gizleyemezler. Egydius, Mauritius’un sevecen
fiziksel görünümünden dolayı her zaman ebeveynlerinin favorisi
olduğunu; Mauritius ise, Egydius’un nasıl her zaman kutsal bir
ikiyüzlü olduğunu anlatır. Egydius, Mauritius’un yaşam tarzının
hedonizmini kınayarak karşılık verir. İkincisi ise, ağabeyini
sahtekarlık ve bencillikle suçlar. Karşılıklı suçlamalar daha korkunç
hale gelir. Mauritius, kendisinin arzuladığı Venedikli kız Leonella’yı
Egydius’tan nasıl çaldığını hatırlatır. İntikam hisleriyle dolan Egydius,
çılgına döner ve Mauritius’un nişanlısı Elsbeth’i tuzağa düşürdüğü
anlatır. Bu noktada Egydius, odadaki derin bir oyuktan, siyah bir
perde çeker ve kötü niyetli bir kahkaha patlamasıyla, Elsbeth’in bir
sedyeye uzanmış cesedini gösterir.
Dehşete kapılmış olan Mauritius daha fazlasını duymak zorunda
kalır. Egydius ona (Egydius) nasıl Fugger hisseleri satın aldığını ve
Mauritius'un büyük bir hissedarı olduğu ticaret evini nasıl çökerttiğini
ve sonra onu oyun kazançlarından çalmak için bir Ceneviz kumar
hilesi kurduğunu anlatıyor. Mauritius, bunun üzerine, Egydius'un
erkek çocuğunu uzun zaman önce kaçırıp onu bir ayyaş ve eşkıya
olarak yetiştirdiğinden beri, nasıl intikam aldığını ortaya koyuyor;
ama Egydius buna karşılık olarak Mauritius'un üvey kızını annesi
Leonella'dan kaçırarak ve onu kendi çocuğu gibi yetiştirerek yanıt
verdi - Mauritius'u aldatan ve yıllar sonra kızı geri çalmasına neden
olan bir hile (kendi çocuğu olduğunu bilmeden) ) ve onu fuhuşa
zorlayın. Mauritius, kızın gerçek kimliğini öğrendiğinde, muzafferce
sırıtan kardeşine atılır ve Egydius, Mauritius’un boğazını sıkarken,
Mauritius da Egydius’un boğazına sarılır.
Saat 1’de, keşiş ve kardeşi, Kleeborn’lara toplantılarının sona
erdiğini söylemek için bitişik odaya girerler - sadece onları ölü, çarpık
bir kucaklama içinde kilitli, yüzleri korkunç bir şekilde çarpık, şişkin
gözlerle, anlamlı bir şekilde bulmak için. nefret ve kötülükten. Peder
Placidus, onların çirkin cesetleri için kutsama sözleri söyler ve erkek
kardeşi bu sözleri ciddi bir "Amin" ile tekrarlar. O bunu yaparken,
hafif bir esinti Elsbeth'in cansız bedeninin etrafındaki ağır siyah
örtüyü hareket ettirir.
Halm’un arkadaşı Enk von der Burg, romanı acımasızca kınar.
Dilbilgisini, tarzını ve anlatı içeriğini eleştirir. Halm’u, düzyazı kurgu
yerine, dramaya doğru programatik olarak iter. Enk von der Burg’a
göre, Aziz Yılbaşı Gecesi, hiçbir okuyucuyu hak etmiyordu. Görünen
o ki, doğası gereği çekingen olan Halm, arkadaşının aşağılayıcı
yorumlarına karşılık verecek iç enerjiden yoksundu bunun yerine
Halm, yirmi yılı aşkın bir süredir bu kırıcı ve yaralayıcı eleştirileri
kendi içinde taşıyordu. Bu acımasız eleştirinin, onun anlatım
yeteneğinden, umutsuzluğa düşmesine neden olması anlaşılabilir.
Halm, saplantılı bir şekilde kavga eden iki kardeşin bu öyküsünde
ne yaratmış olabilir? Roman, gerilim uyandıran ve beklenmedik bir
sona götüren bir sürpriz unsuru içeren bir eylemin konsantre
sunumudur. Böyle bir karakterizasyon, kesinlikle Aziz Yılbaşı
Gecesi’nin anlatının biçim açısından çok yoğun olduğu ve dehşet
verici, duyulmamışa doğru şüpheli bir şekilde ilerlediği olay örgüsü
tasarımını yansıtacaktır. Bununla birlikte, roman ,oldukça fazla
diyalog içerir ve bu ölçüde dramatik bir kaliteye sahiptir. Olay
örgüsünün kendisi giderek sansasyonel ve melodramatik hale gelir, bu
nedenle parçanın belki de en doğru tanımı melodramatik bir taslak ya
da roman biçiminde sansasyonel bir melodram olabilir. Halm’un
sonraki oyunlarının çoğunluğunun, aslında melodramlar olduğunu ve
okuyucuya Halm’un daha olgun yazılarının bazı temel tematik
meşguliyetlerini embriyonik biçimde sunan melodram ve romanın bu
erken edebi karışımı tarafından öngörüldüğünü belirtmek yerinde olur.
Kara kara düşündüren, tekinsiz bir atmosfer yaratma ve sansasyonel
bir renk tonuna sahip bir olay örgüsü ve karakterlere vücut verme
konusunda önemli bir beceri sergilemektedir.
Aziz Yılbaşı Gecesi’nin stili, tüm karmaşık sözdizimsel yapıların
yoksun, basit ve direkt olduğu bir stildir. Daha ahlaki-yargısal
müdahalelere izin verir. Cümleler basit, anlaşılır ve tek yönlüdür.
Halm’un temel kaygılarından biri, atmosfer ve ruh hali yaratmaktır.
Olay örgüsü dinamikleri açısından, roman genel olarak beş perdelik
bir oyuna benzer şekilde yapılandırılmıştır. Dramayla olan biçimsel
bağ, geniş metinler oluşturan uzun doğrudan konuşma pasajlarında,
(Halm tarafından, dolaylı anlatım için bir tercih sergileyeceği daha
sonraki romanında, büyük ölçüde bırakılacak olan bir özellik) sürekli
olarak devam eder. Şiddet, Egydius ve Mauritius Kleeborn’un
acımasız, karşılıklı cinayetinde doruk noktasına ulaşır. Bu düzyazı
kurgu çalışmasında, Halm etkili bir şekilde, melez bir edebiyat türü
inşa etmiştir: roman biçiminde bir melodram.
Sözde Katolik olmasına rağmen, Halm, dini konularda bağımsız bir
liberal düşünürdü. Roman, bu kalıbın bir parçasını oluşturur. Kalbinde
manevi kavramlar yatar, ancak Katolik Kilisesi’nin önemli bir
temsilcisi, Halm’un açık bir şekilde kınanmasıyla karşılaşır. Dini
motif, romanın ilk satırlarında akşam duasından dönen ve sayısız
kiliseden çıkan dindar Köln kalabalıklarına atıfta bulunulduğunda
seslendirilir. Bununla birlikte, ilk birkaç satırda, akşam duasından
sonra, aşırı kalabalık tavernalar referans alındığında, manevi-dünyasal
bir ikiliğin kurulduğu görülür. Köln’deki Capuchin Manastırı’nın
Koruyucusu Peder Sebaldus (eski Cermen adı uygun bir şekilde zorla
zafer anlamına gelir), iriyarı, zorba, keyfine düşkün, parlayan gözleri,
gösterişli sakalı ve ateşli bir öfkesi olan dünyevi bir adam olarak
betimlenmiştir. Tek meşguliyeti para biriktirmektir. Bu rahibin,
Kleeborn kardeşlerin kasasından altın ve gümüş aşırması, onun sözde
dindarlığı üzerine mahkûm edici bir gölge düşürmekle kalmaz; aynı
zamanda, davranışı aslında, tüm alçakgönüllülük ve şefkatten de
yoksundur. Mütevazı Peder Placidus’u hücrede varlığını kabul etmeye
tenezzül etmeden önce, tam yarım saat bekletir. Placidus, kendisine
verilen göreve uygunsuzluğunu protesto etmeye cesaret ettiğinde,
onun sözünü keser. Bu ikiyüzlü rahibin karakterinde göze çarpan,
hiçbir Hıristiyan sabrı ya da yardımseverliği yoktur. Peder Placidus,
buyurgan Koruyucu ile karşıtlık içindedir. O, çekingenlik ve
alçakgönüllülüğün kişileştirilmiş halidir (Latince adı “sakin olan”
anlamına gelir). Yine de, tüm özverisine rağmen, zaman zaman
açgözlülüğe karşı çıkmak için, Hıristiyan coşkusu tarafından dışlanır.
Parayı küçümser ve hatta, henüz tamamlanmamış Köln Katedrali’nin
inşaatçılarını, sevgi ve dindarlık tarafından değil, yalnızca altına olan
büyülenme ile yönlendirildiklerini söyleyerek kınar. Ayrıca Halm,
dini dünyayı, ruhsal olarak düzenli (Placidus) ve kendi yarattığı yakın
çevreleri, kaotik düzensizlik olan kişiler olarak ikiye ayırır. Bu
romanda, manevi alan, zamansal alandan gürültülü bir saldırıya
uğramıştır.
Sebaldus ve Placidus arasındaki bir diğer karşıtlık, koruyucunun
gözlerinin her zaman kuru, asla nemli olmaması ve aşağıya doğru
masasında, elindeki para toplamayla ilgili belgelere ve Placidus’a
küçümseyerek bakmasıdır. Sebaldus, bir kez bile bakışlarını cennete
çevirmemiştir. Placidus’un ikili karakteri, insancıl, ruhsal olarak
uyumlu bir kalbin ve İlahi Olan ile ilişkinin Halm’da sık görülen
işaretleridir. Placidus, iki düşman Kleeborn kardeşi, toplantı odasında
isteksizce yalnız bırakınca, yanağında bir gözyaşı parıldayarak çıkar.
Halm’un romanını, bir paralellikler ve karşıtlıklar örüntüsü boyunca,
çok dikkatli bir şekilde yapılandırdığı görülebilir. Bu yapılanma ilkesi,
roman boyunca devam eder.
Hem koruyucu, hem de Egydius Kleeborn ikiyüzlü olarak
betimleniyor. Koruyucu Sebaldus, tombul figürlü, rahatına düşkün bir
adam ve küçük, ışıltılı gözlerle betimlenir; Egydius Kleeborn ise,
fırlayan gözleri ve şişkin yüzüyle. Her iki adam da cübbeler içindedir.
Her ikisi de görkemlidir. Her ikisi de, ajitasyon ve zihin huzursuzluğu
ile tanımlanır. İncil’deki her türlü anlayışı aşan barıştan uzaktırlar ve
her ikisi de kendilerini olmadıkları gibi sunarlar. Her iki adam da, aynı
derecede otokratik, küçümseyici ve kibirlidir, Sebaldus, Placidus
hücresine girdiğinde, yarım saat boyunca, Placidus’u anlamlı bir
şekilde görmezden gelerek onu beklemeye zorlamıştır. Halm, bu tür
paralellikler aracılığıyla, seküler ve sahte-ruhsal alanları birbirine
karıştırmak ve birinin diğerinin aşırı, zorba ihtişamına nasıl talip
olduğunu ve bu ötekinin nasıl seküler dünyanın hırslı açgözlülüğüne
düştüğünü betimlemek için uğraşıyor. Her ikisi de, Peder Placidus’un
samimi, çekingen sadeliğiyle belirgin bir tezat oluşturuyor.
Halm, manastırın çevresinin dünyevi arenaya dönüşmesi gibi,
dünyevi arenanın da sapkın bir dindarlık tonu aldığına dair
paralellikler aracılığıyla imalarda bulunuyor. Kleeborn evi, doğrudan
Katedralin yanındadır. Tıpkı, Sebaldus’un fakir manastırının, yanlış
yere altın özleminin odağı haline gelmesi gibi, zengin Kleeborn hanesi
de, dengesiz bir intikam arzusunun odağı halindedir. Psikolojik ve
ruhsal değerler burada yansıtılır ve tersine çevrilir.
Aziz Yılbaşı Gecesi, Halm’un kaleminden, elimizde bulunan en
eski ve eksiksiz romandır. Halm bunu yazdıktan sonra, Enk von der
Burg ile yeniden temasa geçmeden önce birkaç öykü yazmıştır. Enk
von der Burg’un şiddetli saldırısının ardından, Halm’un kurgu yazımı,
onlarca yıl tamamen durmuştur. Halm’un gençliğinin bir parçası
olmasına rağmen, roman, yapısal ve tematik ayrıntılara dikkat ediyor.
Halm’u hayatı boyunca meşgul edecek olan temaları, özellikle her
şeyi tüketen bir özlem içinde saplantılı bir şekilde kapana kısılmayı ve
özverili aşk yoluyla ortaya çıkan, zıt içsel kurtuluşu işliyor. Burada
vurgulanan monomani, intikam için duyulan ateşli arzudur.
Aziz Yılbaşı Gecesi’nde, merkezi iğrenç karakterlerin - Kleeborn
kardeşler - akıl sağlıkları, çıldırmış bir monomaninin sıkı
pençesindedir. Karşılıklı cinayete yöneltir onları. Kleeborn kardeşler,
utanç verici bir bolluk içinde, ruhsal küstahlığa sahiptirler ve bu
yüzden, Halm’un ahlaki evreninde, zorunlu olarak yok olmak
zorundadırlar. Halm’un bitmeyen meşguliyeti şudur; ahlakı yerinden
eden ve diğer tüm değerleri kişinin hayatından uzaklaştıran bir amaca
çok tutkulu ve saplantılı bir şekilde sarılmanın doğasında var olan
ruhsal tehlikeleri betimlemek. Halm’un yaşamın geçiciliği karşısında,
tutkulu tutunmaya ilişkin sürekli temkinlilik ve uyarılarında, budist bir
renk vardır. İlk olarak burada, bu melodramatik romanda dile
getirilmiştir ve daha sonra Tanrı’nın Gözü isimli eserinde,
yoksullaştırılmış kahramanı Ruprecht von Rossum gibi karakterler
aracılığıyla yenilenmiş bir ifadede bulacaktır kendini. Ailesinin eski
görkemine kavuşmak için can atan ve bu dramanın ismini taşıyan
kahramanı Sampiero, ülke sevgisinin eş sevgisini yenmesine izin
veren ve hatta onun adına karısını öldürmesine neden olan Korsika
özgürlük savaşçısı olarak vücut bulacaktır. Psiko-patolojik olarak,
çarpık vatanseverlik görüntüsüdür bu.
Aziz Yılbaşı Gecesi, yalnızca tematik üslup açısından iyi
yapılandırılmış, atmosferik, melodramatik, sansasyonel bir roman
olarak değere sahip olmadığı; aynı zamanda, edebiyat tarihçilerinin
araştırmacı gözüne, yaratıcı tohumların erken prefigüratiflerinin
karıştırılmasını ve filizlenmesini de sunduğu sonucuna varılabilir. Bu,
Halm’un sonraki düzyazı-kurgusal şaheserlerinde, tam çiçek ve zengin
meyvelere dönüşecektir. Henüz gelmemiş olan çarpıcı yeteneğin,
çekici bir ön tadımını sunuyor bizlere.
Sanatı:
Halm’ın oyunları etkileyicidir. Ancak, karakterler yerli yerine
oturmamıştır ve olaylar dağınıktır. Oyunlarının popülaritesi, düzgün
diksiyonlarına ve başarılı liriklerine dayanmaktadır. Franz
Grillparzer’den sonra oyun yazarı olarak, zamanının en popüler oyun
yazarlarından biridir. Tiyatroda ondan daha başarılıdır. Onun oyunları,
İspanyol dramasına dayanmaktadır. Bazıları sansasyonel olan teatral
eserleri, bugün büyük ölçüde unutulmuştur.
Onun erken ve geç dönem şiirleri, zor yıllarda karamsar dünya
görüşünü kanıtlamış, yaşamın çok erken dönemlerinde oluşmuş ve
onu asla terk etmemiş gibi görünüyor. Bunlar, yaşamın temelde bir
gözyaşı vadisi olarak nasıl göründüğünü, acılarla dolu olduğunu ve
yalnızca ruhun, mutlu ve sakin bir yaşam umuduyla katlanılabilir hale
getirildiğini açıklamaktadır. Besteci Brahms, onun bazı dizelerini
bestelerinde kullanmıştır.
Halm’un ruhsal konulara ve kendi kendini yok eden monomanik
karakterlere odaklanma eğiliminde olan kısa öyküleri ya da romanları,
dramalarının çoğundan çok daha üstündür ve içerik olarak çarpıcı ve
etkileyicidir; psikolojik içgörülerle doludur. Genel olarak, Halm’un
Avusturya edebiyatı tarihinde bir kısa öykü ya da roman yazarı olarak
yer edindiği söylenebilir. Halm’un en büyük eserleri oyun değil, kurgu
alanındadır. Romanları, Halm’u yetenekli, psikolojik yetkinlikte
kılmaktadır. Öyküleri, Heinrich von Kleist ve İtalyan romancılardan
etkilenmiştir. Bir Roman yazarı olarak Halm’un, Heinrich von
Kleist’in ayırt edici sözel kalıplarından ve sözdizimsel kıvrımlarından
üslupsal olarak etkilendiği, bilinen bir gerçektir. Halm’un tüm
romanlarında ciddi, genellikle kasvetli, tekinsiz bir işaret vardır.
İçlerinde kaderci bir özellik fark edilir. Ancak figürleri, her yerde üç
boyutlu olarak öne çıkar. Aksiyon her zaman sürükleyicidir.
Çevreleyen manzaranın betimlemesi, muhteşem bir şekilde
gerçekleşir. Aksiyon sahneleri, büyük bir canlılıkla sunulur.
Halm, eserlerinin ana temaları hakkında açıklayıcı bir şekilde
şunları yazmıştır: “Ben, ahlaki dünyayı betimlemeye çalışıyorum. Bir
bireyin, buna karşı nasıl savaştığını ve kendini kibirli bir şekilde onun
üstüne koyduğunu, zorunlu olarak trajik bir şekilde yok olması
gerektiğini anlatıyorum.”
Kaynakça:
-Österreich Lexikon 1995
-The Catholic Encyclopedia Arthur F. J. Remy 2003
-Project Gutenberg 1994-2005
Şiirlerinden Seçmeler:
Çeviren: Ferihan Hasan Panayır
Kalbim, Sorarım Sana
Kalbim, sorarım sana,
Aşk nedir söylesene.
“İki ruh ve bir düşünce,
İki kalp ve onun bir atışı.”
Söyle, nereden geliyor bu aşk?
“Geliyor ve oradadır işte!”
Kim aşık olmaz söyle bana,
“Öyle biri yok, gördüğüm kadarıyla.”
Saf aşk nedir o halde?
“İnsanın, kendini unuttuğu aşktır.”
O halde, hangi aşk en derindir?
“En sessiz olan aşktır.”
Aşk, ne zaman en saf halindedir?
“Aşk verildiğinde.”
O halde söyle, aşk nasıl konuşur?
“Aşk konuşmaz, sever sadece.”
Sevgili Konuklarım
Konuklarımın geldiğini duydunuz mu?
Beni, sadece zorunlu olduklarında ziyaret edip,
Her zaman dostça selamlarlar;
Beni avutup, acılarıma ortak olurlar.
Sevinçten çığlık atmak istiyorum,
Dindarca alçakgönüllülükleri, ruhumu öpüyor gibi.
Onları tanır mısınız? Acıyı ve aşkı güzelleştiriyorlar.
Yoksa daha size gelmediler mi?
Onları iyi tanırsınız aslında; hem dilsizdirler, hem konuşurlar.
Bir çiğ gibi, narin bir sevgili gibi;
Hem acı, hem de bal gibi tatlıdırlar.
Onları iyi tanırsınız aslında, insanlığın tacıdırlar;
Kalbin gerçek şölenidirler onlar, her zaman oradadırlar.
Onları iyi tanırsınız aslında sevgili konuklarım, gözyaşlarıdırlar.
Bir Ruh Yakınlığında
Şakaklarıma ılıkça vuran, ilkbahar havasındaki esinti de nedir?
Tatlı bir gül kokusu gibi, yanaklarıma çarpan şey de nedir?
Bu, beni avutan düşüncelerin ve
Şakaklarımı serinleten o sessiz duruşundur.
Aynı bir arp gibi çınlıyorsun aklımda,
Adın, dudaklarının sessiz halidir.
Seni yakınımda hissediyorum. Bu senin de dileğin,
Ruhumu uzaklardan da olsa, göğsüne yaslayabileyim.
Avcı
Bir avcıyı seviyorum, yeşil giysili,
Gözleri mavi, sonsuzluk kadar da geniş kalbi.
Bir avcıyı seviyorum, her zaman hedefi buluyor;
Kızlar, onu ancak, onun istediği kadar büyüleyebiliyor.
Bir avcıyı seviyorum, yolları ve izleri tanır
Ve bana sadece, kilise kapısından geçerek ulaşır.
Ev Yok, Yurt Yok!
Benim ceketim bana yeter
Ve içki dolu bardağım.
Sen kendi yoluna devam et dünya,
Nereye gittiğini soruyor muyum sana?
Ev yok, yurt yok;
Kadın yok, çocuk yok!
Bir saman sapı gibi, savrulup duruyorum;
Rüzgarlı havalarda.
Ne iyi, ne de kötü,
Kah orada, kah burada.
Bana hiç sormaz mısın dünya,
Ne sorduğumu sana?
Son Dileğim
Ölüm bir kez kapıyı çaldığında,
Birlikte üç şey de gelir tabutumla:
Alev kırmızısı sardunya kanım;
Ki, ölünceye dek benimdir hayatımın.
Hoş kokulu bir gonca gül,
Duyularım gibi yabanıl ve özgür
Bir de defne dalı var,
Bir çelenk bile değil, sadece bir dal.
Şimdi gel, tabutumun başında otur da,
Benim öldüğüme ağla!
Sonra dersin ki, devam hayata,
Beni seven de kalmaz artık bu dünyada.
İşte şimdi, son görevimi yaptım denebilir,
Artık ruhum, gökyüzüne yükselebilir.
Ortaya Çık, Sevgili Gölge!
Ortaya çık, sevgili gölge!
Bu ölüm gecesinde,
Gücünün yanındayım,
Ölesiye bitkin halimle.
Sen bunu, yaşarken yaptın,
Ölümde de yapabilirsin.
Hiç acı vermemek,
Hep söz verdiğin bir şeydi.
O halde, gözyaşlarımı dindir,
Ruhuma canlılık getir!
Solmuş gücümü geri getir
Ve beni, yine gençleştir!
Aşk
Aşk, hiç kimseyi dinlemez,
Hayatta, deneyimi de yoktur yeterince.
Ancak, aşk olmasaydı,
Kapatırdı herkes kendini, akıl hastanesine.
Sağır Annecik
Kim kilidi, kapıyı sessizce açar?
Kim sessizce sokulur evin içine?
Bu gelen evin oğludur,
Sağır anneciğinin yanına.
Oğlan girer, ama anneciği onu duymaz,
Coşkuyla beklemektedir oysa.
Selamlayarak geçer karşısına,
Bir anne gibi konuşur sonra da.
Oğlan konuşurken, başını kaldırıp bakar ona,
Büyük bir ustalıkla.
O, kesinlikle sağır değildir aslında,
Onu gözleriyle duyar.
Ona kollarını açar uzaktan,
Oğlan, anneciğini bastırır omzuna.
O zaman, oğlunun kalp sesini duyar,
Annecik sağır kulaklarında.
Oğlunun yanına oturduğunda,
O kadar içten sevinir ki!
Ve ben inanıyorum,
Meleklerin şarkısını duyar bu annecik.
Ayrılırken
Kendimle uğraş halindeyim, ama yenilmiyorum;
Kalbimde, kendime yenilmemeye çalışıyorum.
Onun ve benim görmem gereken şeyler,
Oradan oraya dönen bir çember gibi;
Beni mutsuz eden bir çember.
Gidecek mi kalacak mı?
Beni tek başıma bırakacak mı?
Oysa, ben onun için her şeye katlanıyorum.
Yağmurlu Hava
Bugün, nasıl da bir hava var,
Yağmur, deli gibi yağıyor.
Sokak, sanki koca bir göl gibi,
Kaldırımlar görünmüyor.
Bir serçe, çatının altına sığınıyor,
Kara köpek, kulübesinde yatıyor
Ve havaya diş biliyor.
Ama, bizi mutlu ediyor,
Yağmuru seyretmek.
Birbirimize, türlü şeyler anlatıyoruz
Ve büyük bir huzurla donanıyoruz.
Kitap ve Gül
Parşömen ciltli eski bir kitap,
Yüzyıllardır açılmamış belki de,
Yabancı diyarlardan geliyor, yabancı sözcüklerle.
Eski bazı şairlerle, eski bir kitap,
Elimde, ancak bu kadar yeni olur.
Sayfalarını çevirdiğimi düşlediğimde,
Tozlar havalanıyor ben çevirdiğimde.
Hayretler içinde bir saray görüyorum,
Buram buram yükselen ilkbahar kokusuyla,
Solgun ve renksiz bir gül gibi.
Halm
FRIEDRICH ROBERT FAEHLMANN
Hayatı:
Faehlmann, 31 Aralık 1798’de, Koeru’nun Jarva ilçesindeki Ao
malikanesinde, bir çiftlik kahyasının oğlu olarak dünyaya gelir. 7
yaşında annesini kaybeder. Malikane sahibi Von Paykul’un ailesi
tarafından büyütülür. 1810-14 arasında, Rakvere Bölge Okulu’nda
okur. 1814-17 arası, Tartu İl Koleji’nde okumaya devam
eder.1817’de, Tartu Üniversitesi’ne girer. Burada tıp okuyan yazar,
ayrıca, filoloji ve felsefe dersleri de alır.1824’ten başlayarak, fakirlere
sağlık hizmeti vermeye başlar. Yazar ayrıca, geçimini sağlamak için,
özel dersler vermeye başlar. Bu arada, edebiyatla da ilgilenir. Okulda,
kalp iltihapları ile ilgili kardiyak değişikliklerini inceleyen bir doktora
tezi verir. Böylelikle, Tartu Üniversitesi’nde kardiyoloji bölümünün
yolunu açmış olur.
1825’te, üniversiteye henüz başlayan Friedrich Reinhold
Kreutzwald’la tanışır. 1827’de “ Gözlemler Gizli İnflamasyon” isimli
bir bilimsel çalışma hazırlar. Aynı yıl, üniversiteden mezun olur.
Kreutzwald’la tanışma, sağlam bir dostluğa atılan ilk adım olur.
Onları birbirine yaklaştıran şey, Eston diline ve halk edebiyatına
duydukları ortak ilgidir. Bir süre sonra, çevrelerinde, halkın eğitimini
daha iyi bir düzeye çıkarmak isteyen öğrenci grubu oluşmaya
başlar.1838’de, Faehlmann’ın öncülüğünde, “Eston Bilginler
Topluluğu” adı altında birleşirler. Faehlmann, kurucu ortağı olur.
Topluluğun amacı, halk tarafından ağızdan ağza aktarılan şarkı ve
öyküleri, Eston edebiyatının ve kültürünün bir parçası olarak
incelemektir. Böylelikle, ilk halk eğitimi çalışmaları başlamış olur.
Faehlmann’ın, 1843-1850 arası başkanlığını yaptığı bu topluluk,
üyelerinin edebi uğraşlarını derlemiş ve çeşitli konuşmalar
düzenlemiştir. Faehlmann da bu yıllarda, Estonca dilinde dersler verir.
Faehlmann, sunumlarında ve yazılarında, köylülüğü savunur.
Estonya’nın geçmişinin romantik bir hayranıdır. Alman fatihlerin
zulmünü kınar. Rusların ruhunun ve dilinin zenginliğini vurgular.
Faehlmann, 1842’den 1850’ye kadar, Tartu Üniversitesi’nde Estonca
öğretim görevlisi olarak ta çalışır ve 1843’ten 1845’e kadar
Üniversitenin Tıp Fakültesi’nde farmakoloji ve reçete dersleri verir.
1846’da, “1846 Sonbaharında Tartu’da Karın Hastalıkları Salgını”
isimli bilimsel çalışma daha hazırlar.
Faehlmann, Kreutzwald ile birlikte, Estonya ve Livonya’nın çeşitli
yörelerini gezerek, halkın o zamana kadar belleklerinde aktara
geldikleri materyalleri derlemişler ve Estonya’nın ulusal destanı
“Kalev’in Oğlu (Kalevipoeg)” nun, ilk iki bölümünü ortaya
çıkarmışlardır. Ayrıca, bu destana, yaratılış ve Eston şair tanrısı
Vanemuine’yi konu alan, “Mitsel Söylenceler” i eklemişlerdir.
Faehlmann’ın ölümünden sonra, araştırmayı sürdürme işi,
Kreutzwald’a kalmıştır.
Faehlmann, 1842’de, Tartu Üniversitesinde Eston dili öğretmeni
olarak görevlendirilmişti. Yazar, hayatının sonuna kadar bu görevi
sürdürecektir. Faehlmann, 22 Nisan1850’de, Tartu’da verem
yüzünden hayata veda eder. Faehlmann, Tartu Vana-Jaani
Mezarlığı’na gömülür. Faehlmann’ın mezar taşında, “Kurz ist das
Leben, Doch lang die Kunst” (Hayat Kısa, Sanat Uzun) yazılıdır.
Eserleri:
Faehlmann’ın en önemli eseri, Almanca yazmış olduğu, 8
mitolojik söylencedir. Bunlar, zamanında Eston söylencelerinin
uyarlaması diye tanıtılmışsa da; bunlardan sadece, “Emajögi Nehrinin
Doğuşu” ve “Dillerin Karmaşası” yöreseldir. Diğer 6 söylence olan;
“Vanemuine’in Şarkısı”, “Vanemuine’in Dirilişi”, “Vanemuine’den
Ayrılmak” , “Yaratılış”, “Lake Endla”, “ Juta”, Kristjan Jaak Peterson
tarafından, Estoncaya çevrilmiştir. Bunların konusu; antik mitoloji,
Fin Destanı “Kalevala”dan esintiler ve Fin yazar Ganander’in
mitolojisi üzerine çalışmalardır.
Yazarın en tanınmış mitolojik söylencesi, 1844’te yazdığı, “Şafak
ve Alacakaranlık” tır. Şafak, genç bir erkeği, Alacakaranlık ise, genç
bir kızı temsil etmektedir. Bir yaz akşamı birbirine aşık olan bu iki
gence, Tanrı Taaru, evlenmelerini önerir. Ancak, onlar kabul etmezler.
Çünkü, nişanlı kaldıkları sürece, aşkları sonsuza dek sürecektir.
Faehlmann, ayrıca, Eston dilinin zenginliğini ve çeşitliliğini
göstermek için, antik şiir ölçüsünde, birkaç şiir yazmıştır. Bunlardan
en başarılı olanı, bir diyalog şiiri olan, “Pipo’nun Tarihi” dir. Bu şiir,
içli dizelerden oluşmuştur ve Faehlmann’ın; dostluk, mutluluk gibi,
hayatın kalıcı olmayan nitelikleri üzerine, karamsar düşüncelerini
anlatır. Bunlar, bir piponun, havaya uçuşup, kaybolan dumanı olarak
betimlenmiştir. Diğeri, “Bir Varmış, Bir Yokmuş, Bir Adam Varmış”
ismini taşır. Epigramlarına örnek olarak, “Biri Diğerinden” isimli
şiirini verebiliriz.
Faehlmann, “Eston Bilginler Topluluğu” nun almanaklarında yer
alan, komik öyküler de yazmıştır. Bu öykülerden en önemlisi, 1841’de
yazdığı, “Anlamsız Tarih, Anlamsız Boşboğazlıklar” adlı öyküdür.
Oldukça akılcı ve politik olan bu öyküde, Eston köylüsünün sorunları;
bir okul müdürü, bir çiftçi ve bir meyhaneci arasında geçen
diyaloglarla anlatılır. Faehlmann, bu öyküde, feodal düzeni sert bir
şekilde eleştirir. Köylülerin düştüğü kötü durumdan, yine onları
sorumlu tutar. Ancak, sansür kurulu bu öyküyü yasaklar. Yazar da,
bunun üzerine, aptallık ya da içki tutkusu gibi, insani zayıflıkları yeren
öyküler yazmıştır.
Sanatı:
1835’te, Fin destanı “Kalevala” nın ortaya çıkışı, ona esin kaynağı
olmuş; o da, “Kalev’in oğlu (Kalevipoeg)” destanı ile ilgili
çalışmalara başlamıştır. Faehlmann, ulusal Eston destanı
çalışmalarının öncüsüdür. 1839’da, “Eston Bilginler Topluluğu”
önünde, kişiliğini ve serüvenlerini anlattığı bir bildirge okumuştur.
“Peri Masalları” isimli sunumda, yerlerin kökeni hakkındaki Estonya
efsanelerinin devlerinden biri olan Kalevipoeg’i Estonya ulusal
kahramanı olarak tanıtmıştır. Estonya ulusal destanı Kalevipoeg daha
sonra, Kreutzwald tarafından yazılan, büyük ölçüde Faehlmann’ın ön
çalışmasına ve taslaklarına dayanmaktadır. Eston Bilginler
Topluluğu’ndaki üretken akademik faaliyetleri, özgün çalışması ve
Avrupa arenasında Estonya dili kültürüne coşkulu girişi sayesinde
Faehlmann, Estonya’nın en önemli kültürel kahramanlarından ve
yazarlarından biri olarak kabul edilir. Daha sonra, bu destanı
oluşturma işine girişmiştir. Ancak, eleman eksikliği, Faehlmann’ın ilk
başlardaki tutkusunun yerini, düş kırıklığına bırakmasına neden
olmuştur. Bu yüzden, yazar, destanın sadece iki bölümünü
hazırlayabilmiştir.
Faehlmann’ın eserleri, Estonya edebiyatının kuruluşunda merkezi
bir öneme sahiptir. 19. yüzyılın ikinci yarısında Estonya kültür hayatı
üzerinde önemli bir etkisi olmuştur. Bir dilbilimci olarak Faehlmann,
Estonca imla ve sözcük düzenleme ve türetme ile ilgili soruları
araştırdı. Eski imlanın açıklığa kavuşturulması için bazı önerilerde
bulunur. Estonca fonetik ve biçimsel dil çalışmalarının temelini
atmıştır. Estonca dilinin prozodisine dayanarak, orijinal Estonya
şiirinin runik şekli olması için en uygun biçimi düşünmüştür. Belki de
Faehlmann’ın en önemli girişimlerinden biri, klasik antik mitolojiden,
Fin destanı Kalevala'dan ve Kristfid Ganader’in ve Kristjan Jaak
Peterson’un Fin Mitolojisi’nden örnekler alarak, Estonya folklorunun
incelenmesi ve tüm yerel mitolojinin tanıtılmasıydı. Faehlmann’ın
orijinal efsanevi halk hikayeleri, Eston Bilginler Topluluğu’nun 1840-
1852’deki tutanaklarında, Almanca olarak ortaya çıkmıştır. Kısa
sürede uluslararası tanınırlık kazandılar. Faehlmann, efsanevi halk
masallarını, yazarlığını vurgulamadan Estonya folkloruna ait eserler
olarak sunmuştur. Faehlmann’a, Ön Uyanış Çağı öncüsü denir.
Kaynakça:
Estonian Literature Loone Ots 1998
Brave Introduction a I’histoire de la Litterature Estonienne Antoine
Chalvin
Faehlmann
Estonca Fiillerin Çekimlerle Düzenlenmesi
Dorpat (Tartu) 1842
Yazıya başlarken, yazar ve konularıyla daha yakın temas halinde
olan herkesi samimi bir şekilde selamlıyorum. Bu vesileyle, böylesine
dostane bir selamlama sunuyor ve onun da dostane bir şekilde
karşılanmasını diliyorum. Bu küçük broşürle eski, övgüye değer bir
akademik geleneğe uyarken, aynı zamanda kişinin bu broşürde
başlığın önerdiğinden daha fazlasını aramaması gerektiğini de beyan
ederim. Estonca dilbilgisinin kaotik bir bölümünü düzenlemeye cüret
ettim, o zaman sadece endişe duymalım. Dolayısıyla, okuyucu ne bir
şaheser, ne de fiil formlarının tüm teorisini arıyor. Estonca dilinin
bilimsel uyarlamalarına bakarsanız, ne yazık ki, çok iç karartıcı
sonuçlarla karşılaşıyorsunuz. Halkı ve dili daha iyi tanıma çabaları,
elbette her zaman çok ciddi olmamıştır; son zamanlarda biri, her şeye
sahip gibi görünüyor
Estonya halkı ve dilleri, ilgimizi bu kadar hak etmiyor mu?
Ülkemiz zamanımızda, insan bilgisinin tüm dallarında mükemmel
araştırmacılara sahiptir. Estonya ülkesinin ortasında bir üniversite,
kırk yıldır gelişti. Ama, Estonya dili, son zamanlarda neredeyse hiç
ilgi görmedi. Baştan ilan etmeliyim ki, Estonyalıların dili, filologlar
için pek çok açıdan çok ilginç ve önemli. İnsanların diğer kötü
koşullarının önerdiğinden çok daha zengin, daha tutarlı, daha çevik ve
parlak. Bunu her yerde açıkça görünen boşluklarda görebilirsiniz; ama
kendi kaynaklarından, büyük bir mükemmellik yeteneğine sahiptir.
Estonca dilini bilmek önemli mi? Bir milletin bütün ilişkilerini tam
olarak bilmek için, onun dilini tam olarak bilmek gerekir. Sadece
beklenmedik sonuçlara varmakla kalmıyor, aynı zamanda, halk ve
ülke ile ilgili görünüşte sabit bazı önyargılar da çürütülüyor. Küçük
bir tarihsel eleştiri de şu, Estonya halkının eskiliğini kötülemek
isterseniz, dili bunu yalanlıyor. En ağır köleliğe rağmen, 800 yıl sonra
bu devlette, bir halkın dili karşımıza çıktıysa, o 800 yıldan önceki
zamanlara bakmalıyız.
Bunun yanında, ülkede yaşayan her Alman, onlar için ulusal dili
tam olarak bilmeyi arzu eden taşra halkıyla çok fazla temas kurmuyor.
İnsanlardan öğrenmek istiyorlarsa, onların dilinden anlamalılar.
Sıradan insanların dilinin özel olarak dikkate alınmaya değmediğine
inanılır. Kişi onu, eski usul olarak öğrenebilir ve insanlarla temas
noktalarına bağlı olarak, dilbilgisi ve sözlükteki eksikleri telafi
edebilir. Estonya dili çok zayıf bir dildir. Kişi bir dereceye kadar haklı
olabilir ve nedenlerini bulmak kolaydır. İnsanlar, sadece kültüre bağlı
kaldıkları için, geri itilmiştir. Böylece, dilleri sadece diğer Avrupa
dillerine ayak uyduramamakla kalmamış, aynı zamanda geriye gitmek
zorunda kalmıştır. Tarih bize, sözde Fin kabilelerinin Estonya halkının
antik çağda en kültürlüleri olduğunu kanıtlamak için yeterli veri
veriyor. Her halükarda, Fince, bugün sadece insanların daha elverişli
koşulları nedeniyle daha zengin olduğu bir dil değil, aynı zamanda,
Estonyalıların başlangıcına sahip oldukları bir edebiyatları olduğu için
de zengin sayılır. Ancak, Estonya dilinin çok zayıf olduğu konusunda
sert bir yargıda bulunmadan önce, her koşulda dikkatlice araştırmak
gerekir. Şimdilik, onlara çok yoksul diyenler, dili ya çok kö
anladılar ya da gerçekten birçok ifade ve kavram için isim
bulamadılar. Ancak, dilin derinliklerine inildikçe, diğer yandan, içinde
başka hiç kimsenin yeniden üretemeyeceği ifadeler ve tanımlar
olduğunu daha çok öğrenir. Teorik olarak, dillerin değer ve
değersizliğini buna göre ölçmek için genel standartlar oluşturulmuştur.
Bununla birlikte, bir dilin avantajları ve zenginliği, çeşitli
şekillerde değerlendirilebilir ve değerlendirilmelidir de; genel bir ölçü
saçma olurdu. Herkes, dilinin en parlak yönünü vurgular ve aynı taraf
aynı derecede parlak değilse, bir diğerine gururla bakar. Claudicate
Omnis Comparatio (Her Karşılaştırmayı Engelle). Rus dili, sözlü
biçimlerinin çok çeşitli olmasıyla, haklı olarak gurur duyabilir.
Almanca kelime anlamlarının belirsizliği ve yine de büyük doğruluğu
ile gurur duyabilir. Yunanca her iki avantajı da birleştirebilir. Estonya
dilinin zenginliği başka yerlerde, yani sonsuzdadır. Genellikle, birkaç
kelimeyle başka bir dilin ne olduğunu ifade edebildiği çekim
sözcüklerinin biçimlerinin çeşitliliği vardır: Çekim sözcükleri. Çünkü,
çekimin Estonya dilinde diğer dillerden daha büyük bir anlamı vardır.
Konuşmanın tüm kısımları (Fiilin belirli formları hariç) bir çekime
tabidir ve isimlerin hal formları o kadar çok ve çeşitlidir ki, burada
çekimin sınırları henüz belirlenememiştir; ancak, kapsamlı
açıklamalar yoluyla olabilir. Estonya dilbilgisinin en önemli doktrini
olan çekim doktrini henüz tam olarak ele alınmamıştır (Örneğin,
Knüpffer ve Meller’in övgüye değer girişimleri dışında).
Özellikle son zamanlarda, Estonca için neden bu kadar az şey
yapılır oldu? Ülkede dili konuşabilen kişi eksikliği yok. Dil öğrenme
fırsatı her gün orada. Daha önce bahsedilenlerin dışında, ana nedenler
şunlardır: Yazı dili, yerelden çok farklıdır. Yazı dilini, “daha asil
anadilin sadık bir aynası” olarak sunmak için, her yerde çaba sarf
edildi. Estonya’da insanlar hala, yaşayan insan dilinden farklı bir
şekilde yazmayı seviyor. Yaklaşık 200 yıl önce başladılar Estonca
yazılı broşürleri okumaya. Stahl, ilk tanınmış ve aynı zamanda çok
verimli bir Estonyalı yazardı. Fakat onun öyle bir Estoncası vardı ki,
bugünlerde o zamanın Estonlarının onu pek az anladıklarını biliyoruz.
Estonca kendi diline hakimdir. Latince ise, kederin Prokrustes
yatağındadır. (Mitolojide haydut Prokrustes, gasp ettiği kişileri
demirden yatağa yatırır; kişinin boyu kısa ise, çekerek uzatmaya
çalışır, uzunsa kesermiş. Her iki durumda da, o kişi ölürmüş. Bu söz,
bir fikri başkasının düşüncesine uydurmaya çalışanlar için söylenir).
Eğer günümüzde bir vaiz, Stahl’ın zamanındaki Estonya yerel dilinin,
onun Fin yazılarında, tam olarak bizim şu anda olduğumuz gibi
olduğunu ve o andan itibaren Finlerin ilerici bir gelişme içinde olduğu
gerçeğini ciddi bir şekilde iddia ettiyse, Estonca dilinin kullanımında
olduğu gibi çelişkilidir.
Estonca diline özgü olan ve Latince gramerinde bulamadığı her
şeyi gözden kaçırdı ya da kasıtlı olarak ihmal etti. Ancak Stahl’ın
yazıları, bir yüzyıl boyunca yazılı anlatım modeli haline geldi ve dili
öğrenmek için ana kaynak oldu. Yüz yıl sonra İncil’in çevirisi ortaya
çıktı. Stahl’ın Estoncası yeterli değildi. İnsanlar, yazı dilini
zenginleştirmek için halka yöneldi. Mukaddes Kitabın tercümesinde
üslubun doğruluğuna ve dilin akıcılığına, önceki yazı diline kıyasla
hayret etmek doğruydu. Ama bu yeni İncil, Estonyalı vaizleri ve
yazarları yüz yıl boyunca tekrar zorluklara uğrattı ve hala bizi de
zorluyor. Derler ki, İncil için öyle ve bu söz, İncil’in içeriği kadar
tutarsız. Formlar uyum sağlamadı. Bu iki nedene ek olarak, daha
önceki ikisini daha önemli kılan bir üçüncüsü daha vardır. Sadece
birbirinden biraz farklı olan iki ana lehçe olmakla kalmaz, aynı
zamanda, her lehçenin kendine özgü ve farklı olan birçok yanı da
ortaya çıkar. Bir dilin biçimleri teorisi, onun kesin keşfinin temelidir.
Formlar teorisi için bir temel geliştirmeye çalıştım. Çok önemli olan
çekim doktrini için sıkı bir çalışma gerekiyor. Estonya toplumumuzun
bir sonraki eksikliği, Estonca dilbilgisinde, öğretimin hala çok yetersiz
olmasıdır.
Faehlmann