almaz. Tam aksine, tüm kıyaslamalar, onu karanlıklaştırır ve dışlar.
Dış dünyanın insana sunduğu tek gösteri, ortadan kaldırılamaz olan
ölümün ve yaşamın, sürekli bir alternatif olma durumudur birbirine.
Olmayan, ölmeyen hiçbir şey yoktur ve yeryüzünde tüm var oluşlar, er
ya da geç, kendi sonunu bulur. Yaşam geçtiğinde, sonunda ölümü
görür insan. İnsan, kendi ölümünün izleyicisidir bu anlamda. Onun
kendi yıkımı, yok oluşu, tüm duyularını ortadan kaldıracak son
olgudur. Ona, ölümsüzlük düşüncesini öğütlemeyen, hiçbir şey yoktur
orada. Özellikle, kendi zekasını, dışsal olaylara uygulayan insanlarda
da, bu düşüncenin doğuşuna tanık olunur. Ancak, bu gibi insanlarda,
ölümsüzlük düşüncesinin yerleşmesi daha zordur. Onları, daha farklı
ilgi alanlarına ve koşullara koyun. Bilginleri, maddi evrenin
örgütlenişiyle ilgili çalışmalardan alıkoyun. Halkların, geçici
yazgısından ve durumundan söz eden politikacıların, çalışma
alanlarını da değiştirin. Kendini, duyusal zevklerin araştırmasına
vermiş insanlar, yani, durumları ve niyetleri ne olursa olsun, dış
dünyanın hükmü altındaki bu insanlar, değişken biçimlerin her anını
gözlemleyen tüm bu insanlar; genel olarak, ölümsüzlükten söz ederler
ve böylelikle, ölümsüzlük üzerine daha az düşünürler. Onu, tamamıyla
düşündüklerinde ise; kendilerinde, kendi zekalarının düzenlenişi
içinde, buna inanmak için türlü engeller bulurlar.
Şurası bir gerçektir ki, bildik toplumlara ilişkin izlenimler, adeta
dış dünya ve duyumlar, bu düşünceyi onaylamaktan çok ta uzak
değildir. Tüm dinler, insanı ölümsüzlük düşüncesine inandırmak için,
onun bakışlarını, bu dünyanın dışına çevirmesini öğütlemişlerdir. Bu
dünyaya, daha az bağlı olunmalıdır. Çünkü, bu dünyanın görüntüleri,
ölümsüzlüğü hissetmeye elverişli değildir. Ölmeyi, yakından tanımak
gerekir. Bu görünen şeylerin altında yatan terörü, karmaşayı, yakından
görmek gerekir. Ölümsüzlük düşüncesini, dış dünyadan ayıran bu
büyük uçurumu görmek, kavramak için, bunu yapmak gerekir. Bu
düşüncenin kaynağı, ancak, daha az doğrudan ve daha yaygın bir
deneyimde bulunabilir. Denebilir ki, bu düşünce, insan yazgısının
gözlemlenişinden ve bu yazgıya kayıtlı görünen adaletsizlikten
doğmuştur. İnsan, bu dünyada hüküm süren ahlaki düzensizliği kabul
edemez. O, inanır ki; kötülüğün zaferi, iyiliklerin bu bahtsız kılıcı
sonuçları, Tanrı’nın yasalarından biridir, evrenin, açık ve düzenli
durumudur. Düzen, yeniden kurulmak zorundadır her zaman. Adalet,