ASMAKAT
Klasik Batı Edebiyatı Fanzini
Kasım 2021 Sayı: 5
Botev
içindekiler
- Hristo Botev (Bulgar Edebiyatı)
- Botev, Seçme Şiirler ve Yazılar
- Botev, Çeşitli Yazılarından ve Özdeyişlerinden Örnekler
- Michel Lentz (Lüksemburg Edebiyatı)
- Lentz, Seçme Şiirler
HRİSTO BOTEV
Hayatı:
Botev, 5 ocak 1848’de, Rumeli’ye bağlı Filibe yakınlarındaki,
Kalofer kasabasında dünyaya gelir. Babası, Odesa’da ruhani bir okulu
bitirmiş öğretmen, yazar ve uyanış döneminin önemli bir kişisi olan
Botyo Petkov’dur. Yazar, babasının etkisiyle, daha çocuk yaşında Rus
edebiyatına büyük ilgi duymuştur. Halk dilini ve şiirini, 400’den fazla
türkü bilen annesinden öğrenmiştir. İlkokulu doğduğu şehirde
bitirir.1863 yılında, lise öğrenimi için Odesa’ya gönderilir. Botev, bu
şehirdeki liselerden birinde, burs alarak okumaya başlar. Burada,
Çernişevski, Dobrolyubov, Herzen gibi Rus yazarlarını inceler ve
1860’ların devrimci ruhunu ve nihilizmi benimser. 1864’te, Rus
devrimci hareketine katılır.
1866’da, aldığı burs kesilince, liseyi bırakmak zorunda kalır. Bir
süre, Güney Rusya’nın bir köyünde öğretmenlik yapar. 1867’de,
Bulgaristan’a döner ve Kalofer’de hasta olan babasının yerine,
öğretmenlik yapmaya başlar. Kiril ve Metodiy kardeşlerin doğum
yıldönümü kutlamaları nedeniyle söylediği ateşli bir söylev yüzünden,
yöneticilerle başı derde girer Babası, öğrenimine devam etmesi için,
onu yeniden Rusya’ya yollamak ister. Ancak, parasal nedenler
yüzünden; Rusya yerine, Romanya’nın Braile şehrine gider. Burada,
Voynikov’un, “Dunavska Zora” gazetesinde çalışmaya başlar ve
Bulgar sığınmacılarının sorunlarıyla ilgilenir.
1868’de, Hacı Dimitr ve Stefan Karaca’nın çetelerinin Tuna
nehrini geçerek, Bulgaristan'a girmesinden cesaretlenen Botev, Jelyo
Voyvoda’nın çetesiyle, Bulgaristan’a geçmeye hazırlanırken, ailesine
vasiyetini yazar. Bu vasiyet Veda şiiridir ve bu şiir; yazarın, 1871’de
çıkarmaya başladığı, “Bulgar Sığınmacılarının Sözü” ya da kısa
adıyla, “Söz” dergisinde yayınlanır. Botev, aynı yıl, Bükreş’teki
Bulgar devrimci merkez komitesine başkan seçilir. Paris komününe
olan sempatisini de dile getiren yazar, komite adına, 20 nisan 1871
tarihinde, İnanç Sembolü adlı bildirisini yazar. Daha sonra, bu
bildirileri, Veliçko Popov ile birlikte, Romanya’nın çeşitli yerlerine
kurdukları komite binalarına bırakırlar.
Botev, 1872’de tutuklanır. Hapisten çıktından sonra, yeniden
Bükreş’e yerleşir. Burada, önceleri, Karavelov’un çıkardığı,
“Özgürlük” ve “Bağımsızlık” gazetelerinin yayınında yardımcı olur.
Daha sonra, 1873’te “Çalar Saat”, 1874-75 yıllarında ise, “Bayrak”
adlı gazeteleri çıkarır.1875’te, Bulgaristan’da ayaklanma hazırlığı
başlayınca; Botev, bu ayaklanmayı örgütlemek için, Odesa’ya gider.
Bu arada, Romanya’daki sığınmacı merkezlerini dolaşır. 1876’da,
“Yeni Bulgaristan” adlı gazeteyi çıkarır. Bir ara, İstanbul’a gider ve
Rus elçisi İgnatiyev ile görüşerek, Rusya’nın, Bulgaristan hakkındaki
düşüncelerini öğrenmek ister. 1876 Nisan ayaklanması başlayınca,
Botev; Romanya’da kurduğu 200 kişilik çetesiyle birlikte, buharlı bir
Avusturya gemisiyle Tuna’yı geçerek, Bulgaristan’a ulaşır. Çeşitli
yardımlarla, batı Balkanlar’daki Veslets Dağı’na kadar gelir. Burada,
Osmanlı ordusuyla karşılaşır. Çete kuşatılır. Botev, 20 mayıs 1876’da
çıkan çatışmada öldürülür.
Eserleri:
Botev, 22 şiir yazmıştır. Ayrıca, çok sayıda; makale, deneme,
yergi, mektup ve feyletonları vardır. Botev, ilk şiirsel itirafını,
Annem’e adlı şiiriyle yapmıştır. Şair, annesine, böylesine büyük bir
dava uğruna ölürse, ardından ağlamamasını vasiyet eder. Botev, kendi
trajik geleceğini sezmiş gibidir. Bu şiir, Slaveykov’un, “Gayda
gazetesinde yayınlanır. Daha sonra, Erkek Kardeşime adlı şiirini
yazar. Bu iki şiirinde, acı ve yalnızlık vardır. 1871’de Veda adlı şiirini
yazar. Söz gazetesinde yayınlanan bu şiir, Botev’in bir çeşit
vasiyetidir. Şiirde; isyancı görüşlerini, savaşa hazır olduğunu, vatanına
duyduğu sevgiyi ve Osmanlılara duyduğu öfkeyi dile getirir.
Söz gazetesinde, yazarın ayrıca; Çeteciler, Kocaya Kaçan, İlk
Aşkıma, Mücadele adlı şiirleri de yayınlanır. Çeteciler’de isyan
hakkındaki iyimserliğini, İlk Aşkım’da ise, yeni duygular ve yeni
yüzlerle isyanın romantik görüntüsünü çizer.
Botev’in şiirlerinden başka, bir de baladı vardır. Bu baladın
konusu, Hacı Dimitr’in tehlikelerle dolu olan bir seferidir. Hacı
Dimitr’in serüvenleri ile ölümü arasında, bütünlüklü bir kıyaslama
yapılır. Yazar, ünlü çeteciyi; kendini halkına ve vatanına adamış olan
bir kahraman olarak sunar. Şiirdeki birey, halk ve vatan sorunudur.
Botev, bu şiirde, duygusallığı aşmış; eski kalıp ve ilkeleri terk ederek,
halk şiirinin etkisiyle, romantizme yaklaşmıştır. Botev’in yazgısını
açığa vuran bu şiir, önsezi ve öngörüleri açısından da önemlidir. Hacı
Dimitr, tüm Bulgar edebiyatının en tanınmış şiirlerinden biridir ve
Botev’in, en vatansever yaratımı olarak kabul edilir.
Botev, 1873 yılında, Dua adlı şiirini yazar. Bu şiir, siyasi ve sosyal
bir itirafnamedir. Şiirde, şairin geleceğe olan inancı belirtilmiş ve lirik
kahramanın yüzü ortaya çıkmıştır. 1875’te, Vasil Levski'nin İdamı
adlı şiirini yazar. Şiirde, çekilen acıların yanı sıra; Levski’nin kişiliği,
eylemleri ve mücadeleleri övülerek anlatılır. Botev, 1875’te şiirlerini
toplayarak, “Botev ve Stambolov’dan Türküler ve Şiirler” adı altında
yayınlar. Kitabı hazırlarken, şiirleri birçok kez gözden geçirmiş; eski
sözcükleri ayıklayarak, üslubunu güzelleştirmiştir.
Botev’in, çeşitli gazetelerde yazdığı düzyazılarının bazılarının
dökümü şu şekildedir: (Düzyazıların türü, parantez içinde verilmiştir.)
A) “Davul” gazetesinde çıkan düzyazılar:
- Siyasi Olaylara Bir Bakış (Yergi ve Mizah) 8 Eylül 1869
- 1870 yılı, Bulgarlara Ne Getirecek? (Yergi ve Mizah) 13 Ocak 1870
- Bildiri (Yergi ve Mizah) 13 Ocak 1870
- Şehirlinin Ev Hayatı (Yergi ve Mizah) 12 Haziran 1870
- Siyasi Olaylar (Yergi ve Mizah) 20 Haziran 1875
- Pişman Olmuş (Yergi ve Mizah) 30 Haziran 1875
B) “Söz” gazetesinde çıkan düzyazılar:
- Halk; Dün, Bugün ve Yarın (Makale) 10 Haziran 1871
- Halk; Dün, Bugün ve Yarın (Makale) 25 Haziran 1871
- Tefrika (Makale) 10 Haziran 1871
- Tefrika (Makale) 25 Haziran 1871
- Petruşan (Makale) 08 Haziran 1871
C) “Özgürlük” gazetesinde çıkan düzyazılar:
- Mithat Paşa'nın Düşmesi (Muhabir Mektubu) 14 Ekim 1872
D) “Çalar Saat” gazetesinde çıkan düzyazılar:
- Ah Zaman, Ah Töreler! (Yergi ve Mizah) 1 Mayıs 1873
- Dolap (Yergi ve Mizah) 10 Mayıs 1873
- Papaz Fabrikası (Yergi ve Mizah) 10 Mayıs 1873
- Öğretmen Kalıbı (Yergi ve Mizah) 10 Mayıs 1873
- Dinlenen Konuşma (Yergi ve Mizah) 10 Mayıs 1873
- Görülmüş Olay (Yergi ve Mizah) 10 Mayıs 1873
- Söylenmiş Söz (Yergi ve Mizah) 10 Mayıs 1873
- Sizi de Bekleyen Budur! (Deneme) 20 Mayıs 1873
E) “Bağımsızlık” gazetesinde çıkan düzyazılar:
- Böyle Şerefsizce Yaşamaktansa; Ölüm, 99 Kez Daha İyidir!
(Muhabir Mektubu) 9 Haziran 1873
- Biliyor musun, Biz Kimiz? (Deneme) 9 Şubat 1874
- Biliyor musun, Biz Kimiz? (Deneme) 16 Şubat 1874
- Lojova Köyü Yaşlıları (Muhabir Mektubu) 2 Mart 1874
- Karakocalı Köyünde (Muhabir Mektubu) 2 Mart 1874
- Çok Emek ve Çok Çaba Gerek! (Muhabir Mektubu) 23 Mart 1874
- Türk Reformları ve Gerçek Durum 6 Nisan 1874
- Bir Alay Şarlatan, Halkı, Kapıdan Kapıya Gezdiriyor (Muhabir
Mektubu) 1 Haziran 1874
- Bulgar Halkı Toplum İşleriyle Uğraşmaya Başlamış (Muhabir
Mektubu) 31 Ağustos 1874
- Doğu Sorununun Çözümü; Diğer BirçokToplumsal, Uluslararası ve
İktisadi Sorunları Çözecektir (Muhabir Mektubu) 7 Eylül 1874
- Çoktan Uyumuşları Niye Sinirlendireyim? (Muhabir Mektubu) 28
Eylül 1874
- Yazar ve Gazetecilerin Görevleri (Deneme) 12 Ekim 1874
F) “Bayrak gazetesinde çıkan düzyazılar:
- Yüksek Ruhanilerin Yolsuzlukları (Muhabir Mektubu) 22 Aralık
1874
- Eğer Ayaklanmazsa, Lanet Olsun Halka! (Muhabir Mektubu) 5 Ocak
1875
- Niçin ve Kimin İçin Yazıyorum Ben? (Muhabir Mektubu) 19 Ocak
1875
- Şumen Olayı (Muhabir Mektubu) 2 Şubat 1875
- Siyasi Kış (Deneme) 2 Mart 1875
- Bizim Proletarya Büyüyor! (Muhabir Mektubu) 16 Mart 1875
- Ey Tanrım, Sana Şükürler Olsun! (Eleştiri ve Bildiri) 2 Mayıs 1875
- Görkemli Türk Sultanı (Eleştiri ve Bildiri) 6 Temmuz 1875
- Hersek Ayaklanmasından İzlenimler (Muhabir Mektubu) 27 Ağustos
1875
Sanatı:
Botev’in coşku verici şiirleri, kendini bilmenin, bir tür dramını
yansıtır. Vatansever bir insanın görevleri adına, kalbinde ne varsa, onu
anlatmıştır. Bu nedenle onun şiirinde, vatanı için şehit düşmüş
insanlar ve kahramanlar ağırlıklı bir yer tutar. Botev, yazdığı şiir ve
düzyazılarda, kahramanlarını ülküselleştirir. Fiziki ve ruhsal
güzelliklerini betimler. Yazar, ilk şiirlerinde, bireyin ve halkın kaderi
sorununa eğilmiştir. Şiirlerinin birçoğunda ise, ölüm duygusu, baskın
bir duygudur.
Botev, esinlenmesinin yüceliğiyle, diğer tüm Bulgar Rönesans
şairlerinin ötesine geçmiştir. İmgeleminin gücü, yarattığı heyecan
verici atmosfer, şiirinin teknik yetkinliği ve dil kullanımındaki
ustalığıyla, büyük bir şairdir o. Sıklıkla, halk şarkılarına yakın olan
şiirleri, tüm Bulgarların ruhuna seslenir. Dizelerinin içerdiği ritimlerin
çeşitliliği, onun şiirlerinde, olağanüstü bir yaratımı açığa vurur. 8
heceli uyaksız şiirlerinden bazıları, sıkça yapılan yinelemelerle, halk
şirinin temelini derinden etkilemiştir. Botev’in şiirleri, teknik kusurları
da içerir. Ancak, güçlü ve anlık anlatım bakımından, bu şiirlerde,
güzellik ve yetkinlik vardır yine de. Şiirlerinde, romantizmin ögeleri
kadar, derin gerçekçi ögeler de vardır. Botev, romantizm bakımından;
Puşkin, Lermontov ve Byron’la birlikte anılır.
Botev, şiirde olduğu kadar, mizahta da yetkindir. “Çalar Saat” adlı
mizah gazetesinde, toplumun ve döneminin kusurlarını alaya alan,
fıkra ve taşlamalar yazmıştır. Onun eleştirel yönü, sadece mizahi
türlerde değil, Bulgar edebiyatı hakkında yazdığı değerlendirme
yazılarında da görülür.
Botev’in Sosyal ve Siyasal Görüşleri:
28 yıl gibi kısa bir hayatı olan Botev, toplumsal gelişmenin en
ilerici çizgisinden, hiçbir zaman ayrılmamıştır. Bütün insanlara
mutluluk sağlayacak olan, doğrucu bir toplum düzeninin kurulması
düşüncesi, onun esin kaynağı olmuştur. Onun ideolojik gelişmesi,
Bulgaristan’ın; toplumsal, ekonomik gerçeği ve Rus felsefi
düşüncesinin etkisi altında olmuştur.
Botev’in ele aldığı temel düşünce, Osmanlı feodalizminden ve
onun dayanağı olan Bulgar çorbacılarıyla (Halkın Hıristiyan ileri
gelenlerine taktığı ad), dini önderlerinden kurtuluşudur. Ona göre,
Bulgar çorbacıları, bütün kötülüklerin başı ve halkın en azgın
düşmanıdırlar. Tüccar-sanayici burjuvazisi, halkına ihanet etmiştir.
Dini önderler ise, ilericilik ve kurtuluşun başlıca düşmanlarıdır. Her
akıllı ve namuslu insan, dinden ve aptalca inanışlardan kurtulmalıdır.
Çünkü, bu tip inançlar, insanın akli ve fiziksel gücünü yok etmektedir.
Çarları ve Papayı koruyan Tanrı’ya karşı gelir Botev. Kölelerin
koruyucusu ve küçümseyici bakışların cezalandırıcısı olan Akıl
Tanrısı’na ise, çağrıda bulunur.
Botev, insanlık ve özgürlük adına; halkın gücünü parçalamak,
onun siyasi ve manevi kurtuluşunu geciktirmek için yaratılan, her
türlü sahte ilim ve siyasi kuramlara karşı gelmiştir. Ona göre, Avrupa
ve Amerika’daki burjuva demokrasileri de çıkmazdadır. Yazar,
Avrupa ve Amerikan burjuvazilerinin gerici niyetlerine rağmen;
Avrupa’ya karşı, daha ılımlı görüşler içindedir ve şöyle demektedir:
Avrupa’ya körü körüne öykünmemeliyiz. Avrupa’dan, bize ve
insanlığa yararlı olanı almalıyız.
Botev’e göre, bugünkü toplumsal hayatta ve insanların bugünkü
siyasal düzeninde, fakiri her yerde köle yapan bu acıklı kuralı; ne
düşünce gelişmesine, ne bilimin yeniliklerine, ne de ticaretin
kolaylıklarına bağlayabiliriz. Uygarlığın nimetlerine, fakir ve zengin
ayrımı ortadan kalktığında ulaşılabilir. Kötüğün ana nedeni, çok
fakir ve çok zengini yaratan, anormal toplum düzenidir.
Botev, sadece sözle değil, uygulamada da, sonsuz sevgisini
gösteren bir vatanseverdir. Şovenliğe ve Bulgarların, burjuva
milliyetçiliği düzeyinde övülmesine karşıdır. Vatansever olan Botev,
aynı zamanda evrenseldir de. O, vatanseverliğin ve evrenselliğin;
yani, Bulgarlar ile bütün milletlerin çıkarlarının, gerçek bir
birleşimidir. Onun vatanseverliği, evrenselliğe organik bir şekilde
bağlıdır. Ona göre, kurtuluş için ölen, yalnız kendi vatanı için değil,
bütün dünya için ölmüş demektir.
Botev’in Felsefi Görüşleri:
Botev’in bakış açısının temel, ideolojik ve kuramsal kaynakları,
felsefi materyalizm ile Rus düşünürlerinin, devrimci demokratik
görüşleridir. Feuerbach’ın felsefesiyle, onlar sayesinde tanışmıştır.
Proudhon, Bakunin, Çernişevski ve Neçayev’den, belirgin bir şekilde
etkilenmiştir. Bükreş’te olduğu dönemlerde, Marx’ın bazı eserlerini
okumuştur. Bu eserler, Botev’in, felsefi ve sosyo-politik görüşlerini
etkilemiştir. Ancak, içinden geldiği toplumsal koşullar nedeniyle,
Marksist olamamıştır. Buna karşın felsefe, sosyoloji ve estetik
alanlarında, düşünceleriyle ufuklar açmıştır.
Botev, Feuerbach’ın materyalist felsefesinin izinde, felsefenin
temel problemi olan, us ve madde ilişkisine değinmiştir. Ona göre, us,
bedene ve beyne özel, ikincil bir ürün ve bir sonuçtur. Us, bedenden
ayrı ve bağımsız bir unsur olarak, tek başına var olamaz. Botev, bu
bağlamda, bedenin öldükten sonra, ruhun yaşaması düşüncesini kabul
etmez. Ona göre, bu, baştan aşağı bir uydurmadır. Tanrı, doğadan ayrı
ve onun dışında bir varlık değildir. O halde, maddesel dünyanın
yaratıcısı olamaz. Bu nedenle, Botev, Tanrıbiliminin uzlaşmaz bir
karşıtıdır. O, Tanrıtanımazlığı, bilimsel bir kuram olarak kanıtlamıştır.
Botev, yalnızca, Tanrı’nın bir ruh olarak nesnel varlığını kabul
etmemekle kalmamış; dinin ve ruhban sınıfının, gericiliğine de dikkat
çekmiştir.
Botev’e göre, organik ve inorganik maddeler arasında bir uçurum
yoktur. Organik madde, inorganik maddenin içinde oluşur. Us ve
insan bilinci de, onun içinden çıkar. Bu nedenle, Botev, felsefenin
temel problemi olan, us ve madde ilişkisini, materyalist bir bakış
açısıyla ele almıştır.
Botev, algılama sorunlarına da, materyalist bilgi kuramı bakış
açısından yaklaşmıştır. Agnostisizm (Bilinemezcilik)’le ve
önyargılarla mücadele etmiştir. Ona göre, dünya kavranılabilirdir.
İnsan bilgisinin sınırı yoktur. Algılama değişir ve gelişir.Kilise
Sorunu Çözülmüş Müdür?” adlı makalesinde, insan usunun ve
bilgisinin geliştiğini kanıtlamakta ve şöyle demektedir: “Dün, kuşku
götürmez bir gerçek ve gerekli bir koşul olanın, bugün, zararlı bir
önyargı haline gelmesi; bir zamanlar, bir ütopya olarak kabul edilenin
de, günümüzde, tarihsel bir gerçeklik haline gelmesi
görülebilmektedir.
Botev, doğa ve toplum üzerine de, Rus düşünürlerinin kuramsal
kalıtından yararlanarak, bazı diyalektik düşünceler geliştirmiştir.
Bunların en önemlisi, karşıtlar arasındaki değişim ve gelişimden
kaynaklanan, çatışma ve mücadele kavramıdır. Ona göre, kahkaha ve
gözyaşı ile iyi ve kötü, bu mücadelede iç içedir; insani gelişme ve
ilerleme de öyle. Botev, 1876’da, “Bayrak” ve “Yeni Bulgaristan”
gazetelerinde yayınlanan makalelerinde, birtakım başka diyalektiktik
düşüncelere de ulaşmıştır. Eski ve yeninin çatışmasında, eskinin
silinip gitmesi ve yeninin zaferi ya da tarihin, eski ve çağdışı olanın
yok olması ile yeni, sağlıklı ve insani olanın yaşam bulması, bu
diyalektik çıkarımlara örnektir.
Botev’in Edebiyat ve Sanat Üzerine Görüşleri:
Botev’e göre; bilim, edebiyat ve gazetecilik de, halkın önderlerinin
öncülüğünde, siyasi söylem özelliğini kazanmalıdır. Bilim, bilim için
ve sanat da, sanat için olmamalıdır. Edebiyat, hayatı, en tipik ve en
karakteristik unsurlarıyla birlikte ve doğru olarak yansıtmalıdır. Bilim,
edebiyat ve şiir, halk hayatının yankısıdır. Edebiyat ve sanat, halkın
feodal zorbalık altındaki hayatını doğru yansıtmanın yanı sıra; halkın
istek ve gereksinimlerini göz önüne alıp, özgürlük ve mutluluk
ülkülerini öne sürerek, halkın devrimci gelişimine hizmet etmelidir.
Botev için edebiyat, tinsel bir silahtır. Halkın her çeşit sömürge ve
kölelikten kurtulması uğrundaki en yüce istekleri, edebiyatta
karşılığını bulmalıdır. Ona göre, edebiyatın amacı ve düşünselliği;
onun, topluma gerekliliğinin bir ölçütüdür. Sanat, her zaman belli bir
sınıfın görüşlerini yansıtmıştır. Oysa ki, gerçek sanat; halkın hayatını
ve çağının devrimci, ilerici düşüncelerini yansıtan sanattır. Botev, hem
kuramsal hem de kılgısal olarak, devrimci bir edebiyat düşüncesinin
savunucusu olmuştur.
Botev, sanat eserlerinde, içeriği ve düşünceleri temel olarak
görüyordu. Ancak, bunların anlatım şeklini de, hiçbir zaman
küçümsemiyordu. Ona göre, bir eserin özü ve ana düşüncesi, her
zaman en uygun şekilde anlatılmalı; biçim ve içerik, organik bir
bütünlük içinde, bir arada bulunmalıdır. Botev, içeriği zayıf edebi
eserleri ve biçimsel olarak güçsüz olan eserleri eleştirmiştir. Ruhsuz
ve anlamsız eserler üreten, yeteneksiz yazarları da eleştiri konusu
yapmıştır. Örneğin, “Neden Ben Değilim?” adlı şiirinde, düşünceden
yoksun şiir anlayışını eleştirmiştir. Botev’e göre, edebiyat eleştirisinin
amacı da, düşünsel olması ve okuyucularda, edebiyata olan zevkin
gelişmesine yardımcı olmasıdır. Edebiyat, belli toplum sınıflarının
çıkarlarını yansıtırsa; edebi eleştiri de, doğal olarak kaçınılmazdır.
Botev’in Pedagojik Görüşleri:
Botev’e göre, bir öğretmen, öncelikle okuttuğu çocuklardan daha
bilgili olmalıdır. İkincisi, çocukları okutsun ya da okutmasın, gözleri
yere bakmalı; ruhu ise, yukarılara, tavana kadar yükselmeli ve
kendinden geçmelidir. Üçüncüsü, çocukları öğretmene, ana-babaları
değil de, İsa peygamber teslim ettiği için; öğretmenin en ağır görevi,
çocukların çok değerli ve çok tatlı masumiyetini, ihtiyarlayıncaya
kadar korumaktır. Bu ise, eğitimin başlıca amacıdır. Dayak ve kitap
gibi geriye kalan diğer şeyler ise, sadece birer kolaylıktır; yani
şarlatanlıktır. Dördüncüsü de, bir öğretmen, öküz gibi sabırlı olmalı;
ayrıca, kuzu gibi iyi yürekli ve bitola dilencisi gibi sağlam bedenli
olmalıdır.
Kaynakça:
- Dictionnaire des Litteratures Philippe Van Tieghem / 1984
- Dictionnaire Biographique des Auteurs Laffont-Bompiani / 1964
- Le Nouveau Dictionnaire des Oeuvres Laffont-Bompiani / 1994
- History of Philosophy in Bulgaria Angel Bunkov
- Hristo Botev (Seçilmiş Eserleri) Sofya / 1966
- Bulgar Edebiyat Tarihi Leman Ergenç
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları 1996
- Bulgaristan Tarihi Nikolay Todorov Öncü Kitabevi / 1979
- Ana Britannica Ana Yayıncılık / 1986
- Büyük Larousse Gelişim Yayınları / 1986
- Türk ve Dünya Edebiyatçıları Aziz Çalışlar Remzi Kitabevi / 1987
- Sosyalist Kültür Ansiklopedisi May Yayınları / 1979
Çete Lideri Botev
Şiirlerinden Seçmeler:
Çeviren: Hüseyin Köse
Annem’e
Anneciğim, tam üç yıldır aralıksız,
zünlü şarkılar söylüyorsun lanetleyerek beni.
Ve ben, başımı alıp gidiyorum; başıboş, umutsuz.
Her yerde insanlarla karşılaşıyorum, kalbimin kabul etmediği.
Babamın bıraktığı mirası, içkiyle değtireyim mi?
Bu acımasız okları, sana da fırlatayım mı?
Anneciğim, gençliğim hala dipdiri, zinde,
Yitip gidiyor talihsizlik çöllerinde.
En iyi dostlarım, bana bakıyor neşeyle,
Çünkü, onlarla gülmüştüm bir zamanlar ben de.
Ama, şimdi ne mutsuz olduğumu bilmiyor hiçbiri,
Buz insanı yakarmış meğer ve ısıtırmış zemheri.
Nasıl bilsinler, hiçbir dostum yok artık,
Kime açam şimdi gizlerimi?
Kim bilir, hangi korkunç düşünce alacak,
Bir gün o ışıltılı düşlerimin yerini.
İnan bana anneciğim, etrafta hiç kimse yok,
Sen hala benim inancımsın!
Ama, dayanağım yok artık, umudum kalmadı,
Kalbime egemen olan aşktan gayrı.
Öyle düşler gördüm ki, gece-gündüz,
Mutluluk ve zaferi tadacağız birlikte!
Neyi arzu ettiysek, o olacak geleceğimiz,
Her düş için ödenecek kefaretimiz de.
Yalnızca, bir tek arzu kaldı kalbimde,
Onu da senin kollarına veriyorum; tut!
Acılı, can çekişen gençliğim ellerinde,
Yatıştır onu ve avut!
Bir kez daha sarıl bana,
Babama, kız kardeşime ve sevgili bildiklerime!
O zaman, kanımda anlatılmaz bir kızışma,
Asla çürümeyecek yüreğimden, ne kaldıysa geriye.
Kardeşime
Zorluklarla yaşadı kardeşim,
Aptallar ve yoğun sisler arasında.
Ayıplamalar içinde yanıp tutuştu kalbim
Ve kavruldu ağır pişmanlıklarda.
İçtenlikle sevdim vatanımı,
Onun mirasını korudum.
Ama, yitirdim kendimi kardeşim ,
Bu aptallardan tiksinerek.
Bir düş ve düşünceler kaosu,
Çarmıha gerdi genç ruhumu.
Ah! kim koyacak elini üstüne artık,
Böyle bir kalbin; ki, kötülüklerle dolu?
Hiç kimse! kalbim tanımaz oldu,
Özgürlüğü ve de neşeyi.
Yine de, çarpmakta çılgınlar gibi,
Halkın hıçkırıklarının yankısıyla.
Evet kardeş, ağlıyorum gizlice;
Halkın düştüğü bu üzüntüye.
Övebilir mi insan, kendini söyle bana,
Böylesine cansız ve sapkın bir dünyada?
Hiçbir şey duymuyorum, her şey yanlış;
Yanıt vermiyor kimse çağrılarıma.
Senin ruhun da kardeş, sağırlaşmış;
Tanrıların sesine ve halkın sızlanışlarına.
İlk Aşkıma
Öylesine verimli ki bu şarkı,
Zıplatıyor kalbimdeki zehiri!
Gencim, ama unuttum gençliğimi,
Yine de anımsamaktayım bazen;
Dün nefret ettiğim şeylerden,
Bugün de nefret ettiğimi
Ve senin karşısında ayaklarımın
Birbirine karıştığını.
Ağladığım zamanları unut;
Bir bakış, bir iç çekiş için, unut hepsini!
Köleydim bir zamanlar, şimdiyse boşandım zincirlerden;
Senin bir tek soluğun için.
Aptalca küçümsemiştim oysa dünyayı
Ve çamurda oynamıştım kendi duygularımla.
Bırak, bu çılgınların olsun geçmiş;
Söndü aş , yüreğin işi bitmiş!
Artı , onu yeniden yeşertemezsin;
Çünkü, yalnızca acı egemen üzerinde.
Ve her şeyin üstü, çalı çırpıyla kaplı;
Yüreğimse, nefrete doğru ilerliyor.
Sesin güzel, gençsin hala; duyuyor musun,
Ağaçların söylediği şarkıyı?
Yoksulların sızlanmasını işitiyor musun?
Kalbim çekilmiş, ıssız topraklara doğru;
İnsan kanının boyadığı.
Bırak bu hoyrat sözler,
Kemirsin ormanın derinliklerini!
Azgın fırtınalar, çöreklensin gelip;
Dünyanın üzerine!
Ve eski çağların öyküleri,
Yeni acılar söylesin uygarlığa; yepyeni!
Sen de şarkı söyle genç kız,
Acının şarkısını söyle!
Kardeşin kardeşi vurmasının şarkısını
Ve gençliğin yok edilişinin.
Şu dul kadının gözyaşlarının şarkısını;
Evsiz-barksız, çocuklarıyla terk edilişinin.
Ya şarkı söyle, ya da sus! Ya da, çek git istersen!
Her şey, yakınında uçuyor çarpıntılı kalbimin;
Anla durumumu sevgilim!
Duy, aşağılarda yankılanan dünyayı,
Hain ve korkunç haykırışları;
Üzüntü ve can çekişmenin şarkılarını.
Dalları kırıyor, aşağıdaki rüzgar;
Kumlardan örülü bir taç var,
Akarsu yataklarında uçurum var
Ve rüzgarda seken mermiler.
Ölüm, tatlı bir gülüştür;
Düşüşse, tatlı bir dinleniş.
Ah! hangi ses, bana şarkısını söyleyecek;
Bu üzgün ve tatlı gülüşlerin?
Hangi dudaklardan, güzel sözler dökülecek
Ve hangi deniz, sözcükleri yıkayacak?
Kim susturacak, bu aşkın sesini?
İşte, bu yüzden hep gitmek gerek;
Sevilen şeyin şarkısını söyleyerek!
Veda
Anneciğim, ağlama!
Evet, oğlun bir çeteci;
Başkaldıran bir çeteci!
Daha doğduğu günden beri ,
Belliydi, sana yaslar bırakacağı.
Ağlama anne, lanetle yalnızca ,
Türklerin yaptığı zulmü;
Bize ve gençlerimize!
Garip diyarların, gizli hüzünleri;
Bize gelen ve sürgüne gönderen sonra,
Yersiz ve yurtsuz bırakarak çocuklarını.
Ve sevgiden yoksun kalma anne!
Çünkü, ondan yoksun kalanlar;
Her şeyden yoksun kalır!
Biliyorum anne, beni sevdiğini;
Biliyorum, genç öleceğimi de!
Yarın, belki de beyaz Tuna’da ,
Ereceğim sonsuz huzura.
Söyle bana ne yapayım?
Sensin, bana bu uslanmaz kalbi veren; anlayan da sen!
Bu kahraman kalbi söyle ne yapayım?
Bu kalp ki, bir Türk görmeye dayanamaz;
Atalarımın mezarları üstünde.
Büyüdüğüm bu vatanda,
İlk sütümü içtiğim,
İlk aşklarımın ülkesi olan bu diyarda;
Onların karanlık bakışlarına dayanamaz.
Yaralı yüreğime korku salamaz,
Hiç biri daha fazla.
Değil mi ki, babam ve kardeşlerim de,
Ben mutlu olayım diye acı çekti.
Ey anneciğim, ey kahraman kadın!
Elveda ve bağışla beni!
Sırtımda çantam, elimde tüfek,
Halk beni çağırıyor kükreyerek,
Düşmana karşı savaşmaya;
Bana can verenler için,
Senin için, babam için, kardeşlerim için!
Anne, eğer duyarsan kendi alnında,
Bir merminin fısıltısını,
Eğer, garın dolup boşaldığını görürsen;
Çık evden, oğlundan kalan ne varsa
Ve son anıları da al yanına!
Sana derlerse ki, vurulup düştü oğlun,
Bir top mermisiyle;
O zaman, ağlama sakın anne,
İnanma, sana gelen kötü habere!
Bir sersem gibi hareket etmişti!” derlerse,
Sakın kulak verme, böyle sözlere!
Eve dön ve güzel masallar anlat kendine,
Bilsinler ki, oğlun onuruyla düştü toprağa;
Vatanı için, çok uzak diyarlarda.
Bu mutsuzluk, zarar vermesin kırılgan yüreğine;
Sakın başını eğme, Türkler önünde!
Göremezsin, yoksul insanların acılarını;
Asla, bir yakınını kaybetmeksizin!
Söyle onlara anne; yalçın kayalıkların ardından,
Huzurlu bir dünyayı aramaya gittiğimi!
Bembeyaz ve diri bedenimle,
Uçmaktayım kayalıkların üzerinde;
Siyah kanım, çorak toprakta.
Asla bulamasınlar tüfeğimi anne;
Kumlara gömsünler!
Ve zalimleri anlatsın herkes birbirine;
Sonra, eğilip toprağımı okşasınlar!
Anne, eğer acın dayanılmaz olursa ,
Yatıştır kendini tüm bunlarla!
Toplayıp başucuna genç kızları ,
Oğlunun öyküsünü anlat onlara!
Horon tepip, dans edecekler etrafında
Ve genç adamlar geldiğinde kapına ,
Hüzünlü aşkımı getirdiklerinde sana;
Benim küçük kardeşlerimmiş gibi,
Severek dinle ve konuş onlarla!
Nasıl ve niçin toprağa düştüm,
Son sözlerim neydi ölürken; sor onlara!
Göreceksin ki, zavallı anneciğim ,
Onların çığlıkları ve sesleri neşeyle çınlayacak,
Gözlerin, onların gözlerinde sanki bir an;
Benimkilerle karşılaşacak!
Derin bir iç çekişle rahatlayacaksın,
İki kalp duyacaksın içinde çarpan;
Biri benimkiyse, öbürü seninki.
İki iri gözyaşı damlayacak sessizce;
Yaşlı bir kalple, genç bir kalbin üstüne!
Bunu görecek olan kardeşlerim,
Sevecek ve nefret edecekler, aynı benim gibi;
Ya da ağlayacak ve gülecekler yalnızca.
Ama eğer, sevgili anneciğim ,
Geri dönecek olursam köyümüze sağlıcakla,
Elimde bayrak, yüzümde bir zafer gülümsemesiyle,
Arkadaşlarımla aynı giysiler içinde,
Altın bir aslan heykeli gibi ışıltılı,
Omzumda, ince tüfeğimin görkemi,
Kuşandığım haliyle, kılıcım yanımda olacak yine;
O zaman, kahraman görünürüm anne!
Çiçekler topla bahçeden;
Büyük bir sardunya demeti yap!
Ve sarmaşıklardan bir taç kondur alnına;
Yasla o güzel başını tüfeğime!
Sen anne, coşkuyla karşılamaya gel beni;
Tatlı bir öpücük kondur, saf ve temiz alnıma
Ve şu yüce sözleri mırıldan kulağıma;
“Ya özgür yaşa ya da yiğitçe öl!”
Yorgun başımı yaslayacağım, yavaşça omuzlarına,
Kanlı ellerimle bastıracağım, çarpan kahraman kalbimi,
İçeceğim kana kana gözyaşları, bir öpücük gibi!
Ve sonra, anneciğim affet beni!
Sen sevdiğim varlık, unutma;
Bu dünyadan erken göçüp gidenleri!
Yol çetin, ancak zafer muştuluyor ,
Orada, düşüp ölmek de var genç yaşta;
Başka bir günde, halk şöyle seslenecek duyuyorum:
“Adalet uğruna ölmüş bir yoksul;
adalet ve özgürlük adına!”
Mücadele
Gençlik acıyla geçer, yoksullukla;
Kan boşuna kızışır, sancılı zamanlarda.
Bakış bulanır, akıl görmez olur hiçbir şeyi
Ve iyilik ölür, kötükle karşılaşınca.
Anılar çöker, tüm ağırlığıyla ruhun üstüne;
Bellek, durmaksızın canlandırır onları.
Kalpte; hiçbir aşk, hiçbir sevgi kırıntısı,
Hiçbir umudun gücü, uyandıramaz ölmüş olanı.
Ölmüş biri duyar, bir başka ölüyü yalnızca;
Bizde çılgın insanlar, yaşayıp ölür çılgınlıklarda.
Ve şöyle yazarlar, mezar taşlarına:
“Zengindi” denir, Şimdi kim tapınacak meşalesine?
“Ne kadar talihsizdi!” denir, ya da “Aldattı kendi Tanrısını”.
Acımalar, vaazlar, kuyruklu yalanların bini bir para;
Boğazladı onca kişiyi, bu halk celladı da.
Okul hocası oldu, bu bunamış kişi ise;
Felsefe yapıyor şimdi zırvalamalarıyla.
İnanırlar ki, Tanrı korkusu önceliklidir hep;
Şu gazeteciler, kendini bilge sananlar.
Duralım burada; onlar, kuzucuklara aç
Kurt sürüsüdür! Yalanın, ilk taşını koyanlardır
Yapıya. İnsan zekasını, zincire vuranlardır.
Ve yüce Süleyman, bu gözü dönmüş zalim de,
Uzun zamandır, sarayın derinliklerinde kutsal azizleriyle,
Bugüne dek, tüm dünyanın yinelediği;
Aptallar için, anlatıp durur özdeyişlerini:
“Kendi Tanrı'ndan korkmalı ve yüceltmelisin kralını!”
Ne kutsal aptallık bu! Binlerce yıldır,
Bilim ve akıl boşuna savaşıp durur.
Çarpışanlar düşüp ölür, sert kayaların üstüne;
Yoksulluğa karşı yapacak hiçbir şey yoktur.
Boyunduruğa katlanmaya alışmış insanlar,
Zalimliğe durmaksızın saygı duyarlar.
Eğer el demirdense, hepsini birleştirir;
Söz yalansa, karşısındakine inanç verir.
Sana vurduklarında yalvar; yoksa, sus ve sabırlı ol!
Eğer, başına gelmişse bir felaket, metin ol!
Kurtlar, yılanlar, kanını içsin bırak da;
Dünyadan vazgeç, tek umudun Tanrı’da!
Sana sesleniyorum Tanrım: “Ben günahkarım!”;
Yüce Tanrı bağışlar böyle yalvaranı,
Sever uysal kullarını.
Böyle, almış başını gidiyor dünya! Kölelik ve yalan,
Kurmuş krallığını; yeryüzü talan!
Kuşaklar boyu bu böyle,
Aktarın siz, sürekli kendi mirasınızı;
Bu ölümlü krallığın, “suç” tur tek yasası!
Bir günah krallığı bu, korkaklık ve gözyaşı krallığı;
Acı ve sonsuz mutlulukların.
Haydi, hızlı adımlarla, hep birlikte mücadeleye,
Zirvelere doğru, kutsanmış düğümleri çözmeye koşun!
Ve haykıralım: “Ya ekmek, ya da kurşun!”
Hacı Dimitr’e
Yukarıda yaşadı o, daima Balkanlarda;
Kalbinde açılmış derin bir yarayla.
Kanla kaplı inliyor yerde, bakın;
Vurulup düşmüş, daha ilk gençliğine yakın.
Yararsız artık tüfeğiyle atılması öne,
Kırılmış kılıcı en çetin dövüşlerde.
Ve gözlerinin kararmış, sönmüş ışığında;
Ağzında, tüm evreni lanetleyen sözlerle.
Yerde yatıyor kahramanımız, yeri cennet olsun;
Kavursun gökleri ateşten öfkesi.
Çayırlarda, esin perilerinin şarkıları duyulsun;
Durmaksızın akan kanla, yıkansın gövdesi.
Hasat mevsimidir bu, şarkı söyleyin köleler;
Ve sen güneş, kasıp kavur ortalığı, cünü göster!
Ölüyor kahraman, duysun dünya tümden;
Sen de öleceksin kalbim, sarsıcı bir üzüntüden.
Ama asla ölmez, özgürlük için ölen;
Gökyüzü ve güneş, ağlasın durumuna!
En hüzünlü şarkılarını söyleyen şairler ,
Hizmet edecekler, onun kutsal anısına.
Sığınır, kanatlarının gölgesine kan;
Gökyüzünde damla damla yıldızlar rülür.
Ormanda, uğultular, iç çeken rüzgar savrulur;
Çetecilerin şarkısını söyler, bütün Balkan.
Çalınınca saatleri çayırlarda, esin perilerinin;
Zarifçe bırakırlar bedenlerini dansa.
Yeşil çimenler üzerinde, hafif bir ayak izinin,
Hışırtısı duyulur kahramanın kulağında.
Gösterişsiz çayırların şişkin karnı yarılır,
Elleri ıslak ve şakakları nemli dünya;
Güleç bir yüzle kahramana sarılır
Ve gizlice bir öpücük kondurur yanağına.
Söyle bana bacım, şu Karadya neresidir;
Ellerimin uzandığı, umutlarımın yeşerdiği?
Ve onlar neredeler, ruhumun kökleri?
Ölmek istediğim yer orasıdır!
Ellerini çırpıp gidiyorlar,
Şarkıların çınladığı o saydam karanlığa;
Gökte aranıyorlar, gün doğuncaya kadar,
Ruhun Karadya’sı, düşüyor boşluğa.
Şafak söktü, yukarıdaki dağlarda;
Kahraman yatıyor, akan sel gibi kanla.
Bir kurt yalıyor, durmadan yarasını
Ve güneş akıtıyor üstüne salyasını.
Yurtsever
Yurtsever, adar ruhunu,
Özgürlüğe ve bilime yalnızca;
Ama, kendi ruhu değil,
Halkın ruhudur taşıdığı.
Eğer, iyilik yapıyorsa birine,
Para içindir herkes gibi; ne yapsın?
Mademki ruhunu çok yükseğe satacak,
Bir eksiğine altınını bozdurmayacak.
İyi bir yurtseverdir; iyi bir Hıristiyan,
Eksik değildir hiçbir ayinde.
Ve kiliseye gider; çünkü kilise,
İyi bir ticarethane.
Para için yapar ne yaparsa,
Rehine bırakır karısını da.
İyi bir yurttaştır, altından bir kalbi olan;
Yoksullar için kaygılanır, çalışıp didinir.
Sizi düşünmeden, yalnızca kendi beslenir;
Emeğinizle, göz nurunuzu sömürerek.
Eğer, iyilik yapıyorsa birine,
Para içindir herkes gibi; ne yapsın?
Kendi derisini yiyecek değil ya!
Meyhanede
Kalbim tasalı, biraz şarap verin!
Sarhoş olup unutayım: bunun,
Bir şan mı, yoksa alçaklık mı olduğunu!
Siz ne anlarsınız, ey aptallar,
İnsanın doğduğu ülkeyi unutmasından;
Ana-babasının temelini,
Gururlu, savaşçı bir ruha borçlu olmalarından?
Babam öldü; annemse, gözyaşları içinde nicedir.
Unutmak, kendi halkını bir köşede
Ve ağzındaki ekmeğin soyluluğunu; acıdır.
Onlar çaldı benden, aç halkımı.
Korkak çorbacı da çaldı,
Cimri tüccar da;
Papa ise, daha kutsal çaldı.
Siz de çalın ahmaklar; haydi, durmayın!
Siz de çalın! Size kim engel olacak?
Her yer karanlık, gün ne zaman doğacak?
Burada, içmek için bulunmuyor muyuz yoksa?
Şarkılarını söylemek için mi buradayız başkaldıranların?
Dişlerimizi gösterelim zalimlere, davranın!
Meyhaneler, bizim eşsiz sığınağımızdır;
Haykıralım: “Haydi Balkanlara!”.
Ama, ayrıldığımız zaman da,
Tüm söylevlerimizi unutalım!
Önce susar, sonra da güleriz;
Halkın kutsal şehitlerine.
Zalim, daha da boşanır zincirlerinden;
Toprağımızın, utançtan kızarır alnı!
Lanetleme, vuruşma, soykırım haykırışları
Ve haraç isteniyor köle halktan.
Biraz daha şarap verin, içmek istiyorum!
Ancak, şarap dindirir kalbimdeki acıyı;
Öldürür şarap, karanlık duygularımı
Ve dinginleştirir, titreyen ellerimi.
İçeceğim; düşmana rağmen, size rağmen!
Ey yurtseverler! Hiçbir şeyin değeri yok gözümde;
Korkacak hiçbir şeyim yok! İzninizle,
Ama, tam bir ahmaksınız siz de!
Çeşitli Yazılarından ve Özdeyişlerinden Örnekler:
Çeviren: Hüseyin Köse
1) Her insan, etrafında olup bitenlerin nedenini anlamak ister. Bu
isteği, onu, ömür boyu beşikten mezara kadar terk etmez. Ymur
niçin yağıyor, otlar nasıl çıkıyor, neden ay kimi zaman dolunay oluyor
da kimi zaman ise yalnız kenarcığı görünüyor, neden balık suda
yaşayabiliyor da kedi yaşayamıyor gibi sorular; çocuklukta kimin
aklına gelmemiştir? İnsanlar, etraflarında olup biten her şeyin
nedenini öylesine bulup öğrenmek istiyorlar ki; aslını bilmedikleri bir
şeyle uğraşmayı bırakıp, rahatlarına bakacaklarına ve onu daha çok
düşünmeyecekleri yerde, tutup, yalancı bir neden uyduruvermeyi,
daha uygun görüyorlar.
Her şeyin, niçin ve nasıl olduğunu öğrenip bilme merakı,
hayvanlarda yoktur. Hayvan, ovada koşar, zevkine göre, önüne geleni
yer. Ancak, niçin koştuğunu, niçin koşabildiğini, yediği yiyeceğin
nereden geldiğini hiç düşünmez. İnsanlarsa, bütün bunlar için,
düşünüp tasalanır. Bakın, şimdi bundan ne çıkıyor. İnsan, ne kadar
çok şey merak ederse ve bunları, ne kadar ayrıntısıyla tanırsa, o kadar
çok şey bilmiş olur. Hayvanlar, bütünleşmemiş zeka;çük çocuklar
da, bilgisizliğiyle, en zayıf ve en güçsüz durumdadırlar. Çocukların,
küçük oldukları için, zayıf olduklarını sanmayın sakın! Fil, çok
büyüktür; ancak, büyüklük ve güce gereksinim duyulmayan yerlerde,
bir çocuktan daha güçsüz konumdadır.
İnsan, bir şey yapmak istediği zaman; önce, kendileriyle bu işi
yapacağı cisimlerin özelliklerini bilmelidir. Cisimler, insana
kendiliğinden boyun eğerler. Cisimler, insanı dinlerler mi yoksa, karşı
mı gelirler? Onlar, ne insanı bilirler, ne de kendilerini düşünürler.
Onlar, maden, altın ya da her neyse, o şekilde varoluşlarını devam
ettirirler. Ne iş güçleri vardır, ne de istemleri. Bir dere, akmak istediği
için değil; yatağı eğimli olduğu için akar. İnsan ise, bir derenin önüne
set çekebilir; dere de akmasına son vererek, birikir ve göl olur. İnsan
setin sağlamlığını, suyun gücünü, kıyıların yüksekliğini ve daha
birçok koşulu nasıl bilirse; suya da istediğini dinletip, yerine
getirtebilir. Tekerlek döndürtebilir, odun kestirebilir, çayır sulatabilir
ve tekne kaldırtabilir. Siz bundan anlıyorsunuz ki, biz, doğayı ya da
cisimleri ne kadar tanıyorsak; onları, özelliklerine göre birleştirerek, o
derece iyi yönetebiliriz.
İnsanlar, bilmedikleri şeylerden çok korkarlar. Çünkü, onlardan
kendilerini koruyamazlar. İşte bu yüzden, insanlar, bilmedikleriyle
yetinmeyip; yalandan boş bir neden uydurmayı, daha yerinde
buluyorlar ve bu yalancı nedeni, bilginin ve anlayışın yerine koyarak;
korkunç bir olaya egemen olduklarını zannederek, kendilerini
aldatıyorlar.
Doğa hakkındaki bilgileri, tasarımlarından üstün gelmeye
başlayıncaya kadar, halklar da, hep böyle yaşamışlar. İnsanlar, doğa
hakkında daha fazla deneyim ve bilgi edindikten sonra, gök gürlemesi
ve şimşek hakkında başka türlü düşünmeye başladılar. Kim gürletiyor,
diye soracakları yerde, tutup, neyin gürlediğini aradılar ve yavaş yavaş
gerçeğe ulaştılar. O zaman da, onlar, dua ve secdeyle ya da kurbanla
ve mumla değil; paratoner denilen aletle korundular. Öteki olay ve
cisimler üstüne olan bilgiler de böyle gelişiyor. Bilgi, bizi her yerde
korkudan koruyor. Kendisinin de bağlı kaldığı olaylar karşısında ise,
zararlı etkilerden korunmamızı öğretiyor.
Köylerinde mezarlık bulunan köylüler, acaba neden korkuyorlar?
Bana kalırsa, onlar, cesetlerden ve cesetlerin garip görünüşlerinden
korkuyorlar. Çünkü, burada, kendileri için açık olmayan bir şeyin
varlığını, içgüdüleriyle kavrıyorlar. Başka neden korkacaklar?
İnsanlar, öldükten sonra yaşamak istemiyorlar mı? Aralarından biri
öldü mü, üzülüp ağlıyorlar. Oysa, ölenlerin ruhlarının ölmediğine
inandıkları için, sevinmeleri gerekmez mi?
Bedensiz ruh korkunçtur. Çünkü, onu nasıl düşüneceğimizi
bilemiyoruz. O derece korkunç ki, insanlar ona, şaşırtıcı ve çirkin ya
da gereğinden fazla güzel bir beden düşlüyor. İnsanlar, canlı ruhu
susuz, cisimsiz ve gaz halindeki bir varlığı; yani, canlı havayı değil de,
bu aptallıkları daha kolay düşünebiliyorlar. Bu, o kadar saçma bir şey
ki; insan, bedensiz ruhu bir tarafa bırakıp, iğrenç bir şey uyduruyor.
Bir şeyi tamamıyla bilmediğimiz zaman, onun hakkında her çeşit
tasarımda bulunmak, büyük bir aptallıktır.
Bedensiz ruhlar var olabilir mi?” sorusu, tamamıyla cahilce bir
sorudur. Çünkü, bu soru, ruhla bedenin birbirinden ayrı şeyler olması
üzerine kurulmuştur. Biri size, “Kara bir kedi odadan çıktıktan sonra,
onun karalığı odada kalabilir mi?” diye sorarsa, ne yanıt
verebilirsiniz? Böyle bir kimseyi deli zannedersiniz. Oysa, her iki soru
da birbirinin benzeridir. Öyleyse, odadan çıkmış olan kedinin
karasının kalmasını düşünebilen ya da bir kırlangıcın kanatsız ve
bedensiz uçabileceğini tasarlayabilen bir kimse; ruhu da, bütün
bölümleri yok edilmiş, ancak yine de, bir bedene sahip olarak
tasarlayabilir.
Bazı kimseler, tek bir nedenleri olamamasına rağmen; ölen
insanların ruhlarının, başka dünyalara ya da başka alemlere gittiğini
söylüyorlar. Bu, çok kolay anlaşılır bir şey değildir. Oksijen ve selitra
okyanusunda oksitlenmeden ya da hidrojen ve karbonla birleşmeden,
nasıl yükselip gidiyorlar acaba? Ruhun, kimyasal özellikleri yoktur.
Nasıl özellikleri vardır? Fiziksel mi? Hayır. Öyleyse, nasıl hareket
ediyor? Fiziksel ve kimyasal özellikleri olmayan, biçimsiz, niteliksiz,
niceliksiz bir cisme, biz, var olmamıştır ve o bir hiçtir diyoruz. Bu
durumda, bize, elektrik kıvılcımı karşılaştırmasıyla karşı
çıkacaklardır. Oysa, elektrik kıvılcımı, fiziksel ve kimyasal özelliklere
sahiptir. Bu özelliklere bakıp, onda bilinç vardır diyemeyiz. Ancak,
onların, bedenden ayrılmış olan ruhtan istedikleri budur.
2) Aptallıkların, kutsal ve yararlı olduklarını söylemek, insanları buna
inandırmaya çalışmak, öyle bir cinayettir ki; onu işleyenlere, Tanrı’nın
günahkar kullarına gönderdiği cezalar bile azdır.
3) Herkesçe bilinir ki, gereksinimler ve çekilen acılar, insanları
birbirlerine yaklaştırır, birleştirir; içten olmaya ve bütün kötülüklerden
kurtulmak için yardımlaşmaya yöneltir.
4) Diplomasi; incecik ve arapsaçı gibi karmakarışık hayat
ipliklerinden oluşmuş bir ilimdir. Bu iplikleri kaleme sarıp, kendisine
dilenci torbası dokuması için; insanın, kafasında iyi bir çıkrığı
olmalıdır.
5) İvanço: Ana be, ben büyüdükten sonra ne olacağım?
Anası: Sen adam ol da, babanın davulu tavanda hazır. (Görüyor
musunuz? Kişinin davulcu olması için bile, adam olması gerek!)
MICHEL LENTZ
Hayatı:
Lentz, 21 Mayıs 1820’de doğmuş ve 8 eylül 1893’te ölmüştür. İlk
şiirini 1837’de yazmış olmasına rağmen, 1859’a dek tanınmamıştır.
1859’da, Lüksemburg demiryolu istasyonunun açılışı nedeniyle, “Ateş
Vagonu” adlı şiirini yazmıştır. Şiir, Lüksemburgluların, demiryolu
nedeniyle duyduğu kıvancı anlatır. Duyulan bu kıvanç,
Lüksemburgluların kimliğini oluşturmuştur.
Ateş Vagonu, Lüksemburg'un ilk milli marşıdır. Ancak, marş çok
üne kavuşmasına rağmen; agresif dizeleri nedeniyle, resmi marş
olamamıştır. Lentz, bunun üzerine 1859’da, “Vatanımız” adlı
görkemli bir şiir yazar. Bu şiiri, Jean-Antoine Zinnen 1864’te besteler.
Lüksemburg milli marşı olarak kabul edilen bu eser; ilk kez, 5 haziran
1864’te, Alzette ve Sauer nehirlerinin birleştiği, Ettelbrück
kasabasında halk önünde okunur. Vatanımız, diğer milli marşların
tersine, bir barış çağrısıdır.
Jean-Antoine Zinnen dışında , Laurent Menager de , Lentz’in
şiirlerini bestelemiştir. Menager’in bestelediği şiir sayısı 23’tür. Lentz,
geleneğe uygun şiirler yazmıştır. Her durum ve olay için şiir yazmak,
Lentz’in diğer bir özelliğidir.
Kaynakça:
- Language and History : Luxembourg Books in The Library of
Congress European Reading Room / 2001
- Luxembourg Philately Gary Little/ 1995
- Grand Duchy of Luxembourg
Lentz
Şiirlerinden Seçmeler:
Çeviren: Hüseyin Köse
Ateş Vagonu (Lüksemburglular)
Ateş vagonu hazır ve onun havayı dalgalandıran hızı,
Atılsın demiryoluna, homurtularla ilerlesin!
Ve gururla gitsin komşu ülkelere doğru,
Ki, biz de bulalım kendi yolumuzu;
Halkların sonsuzluğa götüren büyük birliğine doğru!
Fransa’dan, Belçika’dan, Rusya’dan gelin!
Göstermek istiyoruz size, her köşesini ülkenin;
Görün, ne kadar hoşnut olduğumuzu,
Bir arada yaşarkenki mutluluğumuzu.
Tüm kalpler yanıp tutuşuyor vatan sevgisiyle;
Milyonlarca insanı saymasak da,
Birkaç kişi bile yeter bu sevgi için!
İşte, bir tek ses olarak haykırıyoruz hepimiz:
Bir tek ülkeyi aydınlatmaz güneş!”
Her yerde gülümseyen yüzü bize doğanın,
Vadileri ve dağları süsleyen yüzü,
Yalçın kayaları, ören yerleri
Ve çayırları, avlular boyu yeşeren;
Kuytu bir köşe değildir yalnızca ülkemiz,
Söz etmeyi , demir perdelerden artık siz!
Ve ülkenin halkı,
Onun yüreğindedir herkesin eli;
Onun özgürlüğüdür, gözleri ışıldatan da.
Ve dürüstlüğü, konuşulan ağızlarda,
Doludur dilleri, en yaban çınlayışlarla;
Yüzlerde ise, çekici bir içtenlik.
En ağır ödevlere katlanacak gücümüz yok;
Devlet kademelerinde ilerlemek için.
Ezemez bizi hiçbir verginin boyunduruğu,
Hiçbir şey boğamaz özgür ruhumuzu.
Herkesin eşit olduğu bir ekonomi;
Burjuva ve de köylü, yakınmasın hiçbiri!
Ne zaman anlarsak değerini,
Bu küçük Lüksemburg ülkesinin;
Ve ne zaman, siz de anlarsanız ülkenizin değerini,
Şöyle diyebilirsiniz büyük bir rahatlıkla:
“Mutluluğu anlamlı kılan, büyük olmak değildir her zaman;
Çünkü, küçük ülkelerde de mutlu yaşayabilir insan!”
Fransa’dan, Belçika’dan, Rusya’dan gelin!
Göstermek istiyoruz size, her köşesini ülkenin;
Ki, şöyle diyeceksiniz hep bir ağızdan biliyoruz:
“Burada, bu ülkede kalmak istiyoruz!”
Vatanımız
Orada, Alzette sular çayırlıkları,
Sure, homurdanarak söylenir kayalıklardan geçerken;
Orada, üzüm bağları yeşerir Moselle kıyılarında.
Ve gökyüzünün bize şarap sunduğu yerde,
Hepsi, ülkem için orada!
Bağışlanacak ne varsa bu dünyada,
Derin coşkularla; kalbimizde
Taşıdığımız vatanımızda!
Ormanların loş tacında uykulu;
Barış ve esenlik onun üzerindedir.
Ve tumturaksız, gösterişsiz bir aydınlık;
Gülümseyen yüzüdür ülkemizin.
Halk mutluluk içindeyken,
Boşuna değil görülen düşler.
Öylesine hoş ki, yaşamak orada;
Yaşadığı gibi, herkesin kendi yuvasında.
Şarkılar, şarkılar, dağların zirvesinde,
Yemyeşil ovalardaki şarkılar;
Doğuşumuzu muştulayan andır bu.
Ve aşk, öylesine güzel bir yankı
Bırakır ki, tüm göğüslerde!
Vatan için olandan, daha güzel olamaz hiçbir ezgi;
Her sözcük, bunu söyler bize, bunu yansılar.
Ve yakalar kıskıvrak, göğün altında hepimizi;
Gözlerin içinde yanan ışıklar.
Hey sen, yukarıdakinin eli ,
Yol gösteren dünyadaki tüm uluslara,
Lüksemburg ülkesini koruyan;
Yabancı boyunduruğundan ve mutsuzluktan!
Bu yiğit çocukları sen verdin bize;
Bağımsızlık aşkını da sen!
Özgürlük ateşinin altında yeşerip sürekli,
Aydınlattın bizi,
En eski zamanlardan beri!