ASMAKAT
Klasik Batı Edebiyatı Fanzini
Aralık 2021 Sayı: 7
Baratınski
içindekiler
- Yevgeni Abromoviç Baratınski (Rus Edebiyatı)
- Baratınski, Seçme Şiirler
- Mikulas Dacicky (Çek Edebiyatı)
- Mikulas Dacicky, Heslov’lu Dacicky’nin Anıları’nın
Önsözü ve Bir Şiir
YEVGENİ ABROMOVİÇ BARATINSKİ
Hayatı ve Eserleri :
Baratınski, 19 şubat 1800’de, Tambov eyaletindeki, Mara
kasabasının Vyazhla köyünde doğar. Soylu bir aileden geliyordu. İlk
eğitimini, evde annesinden ve Borgeze adındaki İtalyan
öğretmeninden aldı .Borgeze , öğrencisini Fransız edebiyatı ile
tanıştırır ve onda güzellik kavramının oluşmasını sağlayarak, klasik
İtalyan sanatına karşı bir istek uyandırır.
1808’de, aile Moskova’ya taşınır. 1810 yılında ise, baba Abram
Andreyeviç ölür. Bunun üzerine, anne çocuklarını alarak Mara’ya
döner. Baratınski, 1812’de, öğrenim görmek üzere Petersburg’a
gönderilir. Buraya geldikten 6 ay sonra, “Soylu Gençler Topluluğu”
adlı yatılı okula girer. Bu tarihlerde, ilk dizelerini yazmaya başlar.
Şiirleri Fransızcadır.
1816’da, okulda, kendilerini Schiller’in oyunlarındaki karakterlere
benzetmeye çalışan, bir grup gençle arkadaşlık kurar. Bu grupla
birlikte çeşitli şakalar yapan Baratınski’nin adı, 500 Ruble ve bir
enfiye kutusunun çalınması olayına karışır. Bu olaya, imparator el
koyar. Onun okuldan atılmasını sağlar ve herhangi bir devlet
dairesinde çalışmasını yasaklar. Sadece, askerde hizmet edebilecek,
ancak, er rütbesinden yüksek bir rütbeye sahip olamayacaktır.
Bu karar üzerine, Baratınski’nin psikolojik durumu bozulur. Uzun
süre hastalanır ve iki kez intihar girişiminde bulunur. Bu durum, onun
şiirlerine yansır. Bu şiirlere, melankolik bir hava hakimdir. 1818’de,
aralarında; Puşkin, Delvig ve Kyukhelbeker’in de bulunduğu lise
çevresiyle tanışır.
Baratınski’nin annesi, onun askerlik yapabilmesi için devamlı
girişimlerde bulunmaktadır.1819 yılında, bu istekleri kabul edilir ve
Baratınski, gönüllü olarak askere yazılır. Bu arada, Delvig ile aynı eve
taşınır. Delvig onu; Puşkin ve Zukovski’nin öncülüğündeki
Petersburg’un en önemli edebiyat çevreleriyle tanıştırır. Ayrıca,
Davidov ve Gnedich ile de tanışır. Bu arada şiir yazmaya devam
etmektedir. Bunların bir bölümü, Davidov’un , 1819’un sonlarında
çıkardığı “Edebi Gazete” de yayınlanır.
Aynı yıl, Yegerski muhafız alayına katılır. 1820’de astsubaylığa
yükselir ve Finlandiya’da bir garnizona gönderilir. 1824’te, Zukovski,
Vyazemski ve diğer dostlarının yardımıyla, teğmenliğe atanır. Bir süre
sonra, Moskova’ya geri döner. Baratınski, 1826’da, sadık ve akıllı
olan, ayrıca, kendisine kariyeri boyunca, gerek eleştirmen gerekse de
editör olarak her zaman yardımcı olan tümgeneralin kızı Nastasya
Lvovna Engelhardt ile evlenir. Aynı yıl, imparatordan izin alıp
ordudan ayrılır. Ailecek Moskova yakınlarındaki Muranovo’ya
yerleşirler.
Aynı yıl, “Eda: Finlandiya’nın Öyküsü” ve “Şenlikler: Uzun ve
Betimsel Bir Şiir” adlı eserlerini yayınlar. Eda, anlatı şiiri türünde bir
eserdir ve kahramanı, Eda adında Finli bir kızdır. 1827’de, ilk yazdığı
şiirlerinin bir derlemesi Moskova’da yayınlanır. Bu arada, bir devlet
memuriyetinde, toprak ölçümcüsü olarak çalışmaya başlar ve
zamanının bir bölümünü, bu iş için gezerek geçirir. Bu yüzden, eşinin
ailesine ait olan, Moskova ve Mara’daki evlerde dönüşümlü olarak
yaşamaya başlar. 1828’de, “Balo” adlı anlatı şiirini yayınlar. “The
Moscow Herald” ın yayınlanmasında görev alır. Aynı yıl, devlet
memuriyetinden ayrılır.
Baratınski, 1829’da, en önemli anlatı şiirlerinden biri olan
“Cariye” yi yazar. Bu şiir, 9 bölümdür. Şiir, daha sonra, 1842’de
yeniden düzenlenerek, 8 bölüm halinde ve “Çingene” adıyla yazılır.
Puşkin tarzında olan bu şiirde, Sarah adlı çingene bir kızla nikahsız
yaşayan, genç Elezkoi’ nin öyküsü anlatılmaktadır. Elezkoi, Sarah ile
birlikteliği sürerken; Moskova yakınlarındaki bir fuarda, amcasıyla
dolaşmaya çıkan, Vera adındaki bir kıza aşık olur. Elezkoi, Vera’yla
tanışmak için fırsat kollar. Bir maskeli baloda onunla karşılaşır. Ona
aşkını anlatır ve kızdan karşılık görür. Bu arada, Sarah, Elezkoi’deki
değişiklikleri fark etmiştir. Elezkoi, Vera’yı kaybetmemek için,
onunla evlenmeye karar verir ve bu düşüncesini Sarah’a açıklar.
Sarah, son bir içki içmeyi önerir. Yaşlı bir çingenenin getirdiği içkileri
içtikten sonra, Sarah, Elezkoi’ye sarılır. Ancak, Elezkoi’nin öldüğünü
fark eder. Yaşlı çingene, Elezkoi’nin içkisine zehir koymuştur. Vera,
Elezkoi’yi uzun bir süre bekledikten sonra, evinin yolunu tutar. Sarah
ise, çingene kanının verdiği taşkınlıkla aklını yitirir.
Şiir, Byron’ın Rusya’daki hayranları arasında moda olan, romantik
ve melankolik bir tarzda yazılmıştır. Baratınski de, Byron’dan
etkilenmiş Rus romantizmini simgelemektedir. Yazar, şiirde, insan
duygularını, çözümleyici bir yaklaşımla ele alır. Şiir, kaba ve bayağı
olduğu gerekçesiyle, zamanın eleştirmenlerinin saldırısına uğrar.
Baratınski ise, ahlaksızlıkla suçlanır. Tüm bu acımasız eleştirileri
önceden sezen Baratınski, esere; önsöz yerine, bir savunma yazısıyla
başlar ve bu yazıda, edebiyatta ahlaksızlık olgusunu işler.
Rus eleştirmen Belinski, bu şiirin temelinin sağlam olduğunu ve
şiirde, güzel nitelikler olduğunu; ancak, şiirin bütününde, denge
unsuru olmadığını ya da eksik olduğunu söyler. Sarah’a, yaşlı bir
çingene tarafından verilen içkide zehir olduğunun, şiirde tam
anlamıyla vurgulanmadığı görüşündedir. Puşkin, Baratınski’nin bu
eserini, bir başyapıt olarak değerlendirir. Baratınski, 1832’de,
başyapıtlarından bir diğeri sayılan “Goethe’nin Ölümü Üzerine” adlı
şiirini yazar. Belinski’ye göre, şiirin dizeleri çok güzel olmasına
rağmen, düşünce yapısı bulanıktır.
Baratınski, 1832’de, Kireyevski ile birlikte, paradoksal felsefi bir
misyonu olan, “The European” gazetesinde çalışmaya başlar.
Gazetenin misyonundaki paradoks, batı etkisindeki Rus kültürünü,
batı tarzı aydınlanma yöntemiyle korumaya çalışmasındandır. Ancak,
bu etkinlik, imparatorluğun sansürcülerini harekete geçirir ve
gazetenin yayını durdurulur. Bir yıl sonra, aynı grup, aynı amaçla,
“The Moscow Observer” isimli gazeteyi çıkarırsa da, sonuç aynı olur
ve bu gazete de, bir önceki gibi kapatılır. Baratınski de, Kireyevski ve
onun bağlı olduğu Slavseverlerden uzaklaşmaya başlar.
1835’te, Baratınski’nin ikinci şiir kitabı çıkarsa da, edebiyat
dünyasında hiç bir etki uyandırmaz. Bu arada, Baratınski eşinin mal
varlığını yönetir bir süre. Daha sonra, 1840 yılında, Petersburg’a
gider. Burada, Zukovski, Vyazemski ile tekrar buluşur ve Lermontov
ile tanışır. 1842’de, çok az dikkat çeken küçük şiir kitabı,
“Alacakaranlık” yayınlanır. Pleb partisinin genç gazetecileri, ilgi
görmeyen son kitapları dolayısıyla şairi alaya alır. Böylece, onun
karamsarlığı bir umutsuzluğa dönüşür. 1843’te, Baratınski Avrupa’yı
dolaşır. Paris’te, edebiyat çevrelerine girer ve buradaki Rus göçmen
topluluğunun beğenisini kazanır. 1844’de, gezi için Napoli’ye
giderken, yolda, en güzel şiirlerinden biri olan, “Buharlı Gemi” yi
yazar. Daha sonra, Napoli’ye gelen Baratınski, 11 temmuz günü
aniden ölür. Cenazesi, ertesi yıl Petersburg’a getirilerek, Aleksandr
Nevsky manastırına gömülür.
Sanatı :
Baratınski’nin ilk şiirleri, bir mükemmellik modeli olarak gördüğü
Puşkin’den farklı yazmaya yönelik bilinçli çabalarla doludur.. İlk uzun
şiiri olan Eda bile, Puşkin’in Kafkas Tutsağı’ndan esinlenmesine
rağmen, gerçekçi ve sade bir üsluba bağlı kalır. Duygusal bir dokun
olsa bile romantizmden uzaktır. Baratınski’nin şiirler, Puşkin’inkinin
yanında puslu görünen harika bir kesinlikte yazılmıştır. Betimleyici
pasajlar en iyileri arasındadır. Finlandiya’nın sert doğası Baratınski’ye
özellikle ilham vermiştir.
1820’lerden kalma kısa şiirleri, mısraların soğuk, metalik parlaklığı
ve tınısıyla ayırt edilir. Rus şiirindeki her şeyden daha kuru ve
nettirler. Bu döneme ait şiirleri arasında, Anakreontik ve Horatius
tarzı, bazıları türünün başyapıtları olarak kabul edilen, hafif parçalar
ve hassas bir duygunun parlak bir nükte ile bezendiği aşk ağıtları yer
alır.
1829’dan sonra yazdığı tüm kısa şiirlerini içeren olgunluk
döneminde Baratınski, bir düşünce şairidir. Belki de, 19. yüzyılın tüm
şairleri arasında, şiir malzemesi olarak düşünceyi en iyi şekilde
kullanan kişidir. Bu onu, genç çağdaşlarına ve şiiri duyguyla
özdeşleştiren yüzyılın sonraki dönemlerine yabancılaştırmıştır.
Baratınski’nin tarzı klasiktir ve önceki yüzyılın modellerine
dayanır. Yine de düşüncesine, en kısa ve en yoğun ifadeyi verme
çabasında, bazen katıksız sıkıştırma yüzünden belirsizleşir. Diğer
şeylerin yanı sıra, Baratınski, manzum olarak, yan cümleler ve
parantezlerle genişletilen, karmaşık cümlelerin ustası olan, ilk Rus
şairlerinden birisidir.
Baratınski, zihinsel yaşamın daha ilkel bir kendiliğindenliğinin
ardından, doğa ile daha eksiksiz bir birliğin peşindeydi. İnsanoğlunun
doğadan uzaklaşan kararlı, amansız hareketini gördü. Daha organik ve
doğal bir geçmişin özlemi, Baratınski’nin şiirinin ana motiflerinden
biridir. Bunu, her nesilde doğanın çocuğu olarak büyüyüp, kendini
endüstriyel kaygılara daha çok kaptıran insan topluluğu arasındaki
uyumsuzlukta simgeliyordu. Şairin, kendisine yönelen tek tepkinin,
kendi kafiyeleri olduğu, modern dünyadan giderek uzaklaşması
bundandır.
Ona göre, sanayileşmiş ve makineleşmiş insanlığın geleceği, parlak
ve görkemli olacak; ancak, evrensel mutluluk ve barış, şiirin tüm
yüksek değerlerinin kaybedilmesi pahasına satın alınacak. Kaçınılmaz
olarak, bir entelektüel arınma çağından sonra, insanlık hayati özünü
kaybedecek. Sonra, dünya ilkel durumuna geri dönecek.
Baratınski, felsefi bakımdan, derin anlamlarla yüklü, umutsuz ve
karamsar yapıtlar vermiştir. Çoğunlukla, felsefi ve estetik temalar
üzerinde yazdığı son dönem şiirlerine, karamsarlık egemendir. O
çağlarda, Rus şiirinde egemen olan; içli, umutsuz ve melankolik hava,
Baratınski’nin yapıtlarında en güzel örnekleri bulmuştur.
Bu felsefe, onun derin mizaç melankolisi ile ittifak kurarak,
Leopardi dışında karamsarlık şiirlerinde hiçbir şeyle
karşılaştırılamayacak ölçüde olağanüstü heybetli şiirler üretmesine
neden olmuştur. Bu, uzun karamsarlığa övgü, ezici görkem, belirgin
bir kişisel aksanla da olsa, klasisizmin muhteşem bir retoriğidir.
Puşkin’in çağdaşı olan Baratınski, o yılların ikinci büyük şairi
olarak kabul edilmiştir. Özellikle, olgunluk dönemi yapıtlarında,
Puşkin’in gösterdiği yoldan ayrılmak ve yepyeni bir şiire yönelmek
isteyen şair; biçim yönünden, klasik görüşü savunmuş ve düşünce ile
duygunun, yüksek düzeyde gerçekleşen bir bileşimini ortaya koymaya
çalışmıştır. Dil üzerinde, sürekli olarak laboratuar çalışmaları yapan
Baratınski, üslubuna, en keskin ve sağlam biçimi vermeye çalışmıştır.
Çağdaş toplumun, insanı ezen ve karamsarlığa sürükleyen
yanlarını da betimlediği için; 19. yüzyıl şairleri arasında, gelecek
kuşaklara en yakın olan şairlerden biri olma niteliğine sahip olmuştur.
Absürdlüğün ve nihilizmin şairi olan Baratınski hakkında, Puşkin
şunları söylemektedir : “Baratınski, en iyi şairlerimizden biridir.
Şiirlerindeki uyum, üslubunun canlılığı ve yeniliği, anlatımının
kusursuzluğu; biraz beğenisi ve duyguları olan herhangi bir kişide,
çarpıcı etkiler yaratacaktır.”
Kaynakça :
From The Ends To Beginning İlya Kutik-Andrew Wachtel (A
Bilingual Anthology Of Russian Verse)
Tambov Region Is A Motherland Of Baratynsky V.G. Shpilchin-
M.A. Klimkova
Ana Britannica Ana Yayıncılık 1986
Büyük Larousse Gelişim Yayınları 1986
Türk Ansiklopedisi Milli Eğitim Yayınları 1946
Sosyalist Kültür Ansiklopedisi May Yayınları 1979
Edebiyat Bilimi Gennadiy N. Pospelov Bilim Sanat Yayınları 1984
Şiirlerinden Seçmeler:
Bir Albüm İçin Dizeler
Bir mezarlığı anımsatıyor albümün yaprakları,
Herkese açık bir ev kapısı gibi;
Anımsanmayı hak edenlerin,
Görüntüleriyle dolu her sayfası.
Evet, insanların -kutlu olsun ruhları-
Burada da, orada da aynı,
Yaşama umutları ve hüküm günü korkuları.
Ama, benim -yine de buradayım-
Ne umudum var yaşamaktan,
Ne de fani korkularım,
Bu yüzden de, gönlümce rahatım.
Bu sayfaya sadece,
Adımı yazıyorum sessizce.
Bir filozofum ben ve bilgeyim,
Ancak, bir hiçim senin gözünde.
Ayrılık
Ayrıldık, kısa bir süre için, yaşam mutluluktu.
Kısacık bir süre için, güzelmiş gibi göründü, hepsi bu.
Bundan böyle, duymayacağım aşkın hiçbir sözünü,
Solumayacağım onu, tatmayacağım eriten öpüşünü.
Hepsine sahiptim eskiden, bunlardan yoksunum şimdi
Yeni başlamıştı düşüm -bak, bitiverdi işte!-
Bir zamanlar sürdüğüm mutlu yaşam yok artık;
Elimde kalansa, yalnızca keder ve umutsuzluk.
Düşünce
Ey düşünce! Sendedir, çiçeğin yok oluşu ve muştusu.
Diriyken henüz, nasıl da cezbeder pervaneyi,
Gönençli arıyı, kelebeği.
Tutkuyla sarılır ona tatarcık,
Övgüler düzer yusufçuk.
An gelip de kaybolunca güzelliği,
Sarkınca solgun taç yaprakları;
Nereye gitti arı, ya kelebek, tatarcık hani?
Artık gereksinimi kalmadı ona hiçbirinin,
Ne çabuk da unutuverdiler onu hepsi.
Ama, şu işe bak ki,
Yeni bir çiçeğin gelişini muştuluyor,
Onun düşen tohumu.
Düş Kırıklığı
Baştan çıkarmaya çalışma beni ne olur,
Sevecen aşkın gecikmiş karşılığıyla.
Kalbim, kolayca kapıldığı ayartılara,
Kanmaz artık, inan hepsi boşuna.
Boş sözlerin yaraladı, üzdü beni;
İnanamam sözlerine, inanamam aşkına.
Beni aldatmış olan düşlere,
Veremem artık kendimi.
Kör öfkemi içime gömdüm, bırak orada kalsın,
Vazgeç, geçmişin küllerini karıştırmaktan.
Bırak, bu bezgin adam,
Derin uykusundan uyanmasın!
Tatlı tatlı uyukluyorum,
Boş umutlardan kendimi sakınıyorum,
Unuttum hepsini!
İncinmiş bir karmaşa kaldı geriye,
Aşkı uyandıramazsın artık içimde.
İnanç
Hayır sevgilim, söylenenlere bakma sen;
Yalnızca senin için soluk alıyorum, yaşıyorum ben.
Üzerimdeki gücün azalmadı zamanla,
Arttı aksine, yeminle!
Çiçeklerimi başka ayaklara serdiysem de,
Senin hayalini taşıdım hep kalbimde.
Başka Tanrılara taptıysam da,
Sana olan inancımı hep sakladım içimde.
.......’e
Kınamanın acı safrasından korkma,
Övgünün hoş kokulu balından kork!
Nice ozanlar aşırı övülmekten,
Yorgun düşmüşlerdir çok kereler.
Zaman geçer, zevkler değişir,
İnsanların vefasızlığına dayanamazsın.
Sonra, esin perini; bunaltıcı,
Yapma çiçeklerle karşılarsın.
Bağışla beni bilge, bağışla beni üstat,
Yüksek sesle söylüyorum, öfkemi ve kederimi.
Bin bir sitemle takıyorum başına,
Defne dalından çelengini.
Ateşli bir süvari sürerse,
Nefesi kesilebilir Pegasus’un bile.
Ola ki, bir eleştirmenin kırbacı,
Hafifçe paylarsa seni gücenme!
Delvig’e
Delvig, saf mutluluğu bulmayı,
Boşuna umuyoruz bu yaşamda.
Tanrılar paylaşmaya yanaşmıyorlar onu;
Prometheus’un çocuklarıyla.
Çaldığı ateşle, insanlığa yardım etmeye
Kalkıştı, gözü pek olanımız,
Hiçe sayarak Tanrıları. Korkunç bir cezaya
Çarptırıldık, saymadığımızdan kutsal olanı.
Kötü kaderimiz şu ki, mutsuz süreceğiz,
Ömrümüzün sayılı günlerini.
Var olmanın acısını bağrımıza basacak ve
Ölümün sevecen kollarından, sakınacağız kendimizi.
Amansız çaresizliğin, amaçsız köleleri!
Ey, despot kaderin kör köleleri!
Bu talihsiz yaşam eziyor bizleri; maddi
Zorunlulukların acımasına bağlıyız, doğaldır ki.
Ancak, kutsal ateşten doğduk biz,
Unutmadık yine de, gökler evimiz.
Bitimsiz bir mutluluk özlemiyle,
Cennetimizi arıyoruz göklerde.
Boşuna! Bu uzak sürgün, bizim kaderimiz!
Parıldarken güzel gökyüzü üstümüzde,
Burada, çürümeye yüz tutmuş bu dünyada,
Ömür tüketiyoruz gereksizce.
Evimiz, erişebileceğimizin üzerinde, tıpkı Tantalus!
Serin sular içinde susuzuz.
Kalplerimiz, kutlu göğün ellerinde,
Eriyip gidiyoruz mutluluk özlemiyle.
Novınskoye
Gülümsedi kadın ve şairi,
Gönüllü avı olmaya çağırdı böylece.
Gözleri parladı adamın, karşılığında;
Ama, bakışından geçen aşk değil,
Göz alıcı ışığıydı düşüncenin.
Bir güvercin kadar hafif düşüydü,
Uyanan imgeleminin;
Aşk için değil, şiirsel esin için,
Apollon’un gönderdiği.
Öpücük
Bana verdiğin o küçük ve tatlı öpücük,
Avutuyor beni düşümde hala;
Gürültüsünde günün, sessizliğinde gecenin,
Dokunuşunu hissediyorum, dehşetini teninin!
Uykuya bırakıyorum kendimi, kapayıp gözlerimi
Ve seni düşlüyorum, seni ve sonsuz sevinci.
Ah, aldatıcı neşe! tatlı düş bitiyor,
Aşk yorgunluğu kalıyor geriye.
Yıldızlar
Bilirim, hangi yıldız benimdir. Bilir
Ve doldururum kadehimi,
Köpüklü şarapla ağzına kadar,
Eskiden olduğu gibi.
Dünyevi dertlere, kötü kadere,
Güler geçerim inadına;
Süzülerek yükselir ruhum,
Ta uzaklardaki samanyoluna!
Ama değince dudaklarıma,
Ah, o kadının dudakları aşkla!
İşte, o an gerek kalmaz,
Ne gökteki yıldızlara, ne de ay şarabına!
Şelale
Çağla, koca nehir! Selam olsun sesine!
Bitmesin bu akış! Çağla ve gürle!
Sonsuz çağıltın karışıp birleşsin,
Vadideki yankıların müziğiyle.
Rüzgarın ıslığının ardında,
Çamların salındığını duyuyorum çıtırtılarla.
Hava da bu fırtınalı günde,
Vahşi çağıltınla uyum içinde.
Nedendir, kendimden geçmiş bir halde ,
Görkemli akışına kulak kesildim böyle?
Neden böyle ürperiyor göğsüm,
Güçlü bir önseziyle?
Köpükler içindeki bu derin uçuruma,
Dikilmiş bakıyorum büyülenmişçesine;
Kaçırmak istemiyorum sanki,
En küçük bir sesi bile.
Çağla koca nehir! Selam olsun sesine !
Bitmesin bu akış ! Çağla ve gürle!
Sonsuz çağıltın karışıp birleşsin,
Vadideki yankıların müziğiyle.
Bir Portreye Yazıt
Şu çizgilere bakın, nasıl soğuk,
Nasıl da cansız bu yüz!
Eski coşkuların yine de,
İzlerini taşıyor çizgilerinde.
Sarp kayalardan akan bir şelaleymiş,
Sanki, öylece donup kalmış,
Dehşetli çağıltısından eser yok ama,
Akışının görkemi duruyor yerli yerinde!
Orta Yaşında Baratınski
MIKULAS DACICKY
Hayatı:
Soyadı, Dacicky z Heslov olarak da bilinen Dacicky, 1555’de,
Prag’ın güneydoğusundaki küçük bir madencilik kasabası olan, Kutna
Hora’da doğar. Babası Ondrej Dacicky, işadamı ve belediye
başkanıdır. Mikulas, babasının ikinci eşi olan Dorotha’dan doğmuştur.
Ailesi epeyce varlıklı olduğu için, iyi bir eğitim alır. Önce, Kutna
Hora’daki Yüksek Kilise Okulu’na gider. Sonra, Kladruby
Manastırı’na gönderilir. Burada, Latince ve edebi sanatlara ilaveten
hukuk ve ekonomi okur. Eğitimi dışında, eskrim ve binicilik dersleri
alır. Bütün Avrupa’yı dolaşır. 15 yaşındayken babası ölünce, Kutna
Hora’ya döner. Bazı tarihçilerin savlarına göre, içki ve kadın
düşkünüdür ve çılgın partiler düzenlemiştir. Kutna Hora sakinleri,
onun ve arkadaşlarının, gecenin bir yarısı ya da sabaha karşı kasabaya
gelişlerinden yakınmaktadırlar. Kimi tarihçiler de, onun, iyi bir
vatansever ve sadık bir Protestan olduğunu söylemişlerdir. Aslında,
her iki görüşte de haklılık payı vardır.
Dacicky, eskrimi çok sevmektedir ve bu yüzden, birçok dövüş
yarışmasına katılır. Ancak, 1582’de, bu yarışmalardan birinde,
Kolowrat’lı bir soylu olan Felix Novohradsky’yi öldürür. Ancak, onun
dul eşi ile anlaşınca, birkaç yıl hapisle kurtulur. Dacicky, 1590’da,
Alzbeta Mladkova ile evlenir ve zor da olsa hayatını bir düzene sokar.
1610’da, karısı vefat eder. Kutna Hora’daki gümüş madenciliği
azaldığı için, babasından kalan maden artık gelir getirmemeye başlar.
Bu arada, ülkesindeki politik ve ekonomik koşullar ile yıllarca süren
dinsel savaşların yıkımı, onu rahatsız etmektedir. Bir kayda göre,
vebaya yakalanır. Yazar, 25 eylül 1626’da, Kutna Hora’da vefat eder
ve buraya gömülür.
Eserleri:
Dacicky’nin en önemli eseri, “Heslov’lu Mikulas Dacicky’nin
Anıları” adını taşır. Eser, 1878’de Prag’da basılır. Vakayiname
tarzındaki bu eser, 1278-1571 tarihleri arasını kapsamaktadır. Bu
vakayinameyi aslında, Dacicky’nin büyük dedesi, Prachnany’li Bartos
yazmaya başlamış; sonradan dedesi Prachnany’li Mikulas, sonra da
babası Ondrej Dacicky esere devam etmiştir. Dacicky, eseri yeniden
düzenlemiş, sözlü gelenek deyimlerini eklemiş, dikkate değer bir
ciddiyetle, felsefi ve tarihsel kavrayışla ve olgusal doğrulukla
geliştirip, kendine özgü tarzı vermiştir. Eser, Bela Hora (Akdağ)
savaşından önceki döneme ait, çok önemli bir tarih belgesi
niteliğindedir. Yazar, Çek ülkesinin durumunu betimlerken; Çek
krallığının geleceği hakkında, bakış açısını da sunar. Eser, Bohemya
geleneklerine olan bağlılığı da dile getirir. Eserin kahramanı olan,
yaşlı ve yoksul düşmüş şövalyenin başına gelenler, okuyucuyu
üzüntüye boğar. Şövalyenin kişiliğinde, vatanına bağlı yurttaşların,
içten duygularına yer verilir.
Yazarın diğer bir eseri, “Karnaval Trajedisi” ismini taşır. Eser,
gençlere arasındaki karnaval kutlamalarını anlatır. Karnaval oyunları
geleneği hala yaşamakta ve yeni oyunlar yaratılmaktadır. Karnaval
eğlencesini renkli bir şekilde betimler. Ziyafet, dans ve ara sıra çıkan
kavgalar. Ana karakter halk ya da öğrenci kompozisyonları Bacchus’a
benzer. Diyaloglarda, bebekler, şeytanlar, Yahudiler ve aptallar gibi
15 ayrı karakter vardır. Yazar diyalog biçimini, olasılıkla,
kompozisyonların zıt isimlerini vurgulamak ve doğrudan konuşma
yoluyla, karakterlerin daha canlı bir ifadesini elde etmek için
seçmiştir. Bazı karakterlerin son derece gerçekçi özellikleri vardır.
Dacicky, 1620’de, “Çıplak Gerçek” adlı eserini yazar. Bu eser, 16.
yüzyıl sonu ile 17. yüzyıl başında ülkeye egemen olan, düşünce
sistemini yansıtır. Kitap, Dacicky’nin vatanseverliğinin ve Katolikliğe
olan düşmanlığının iyice belirdiği, yergisel bir şiir kitabıdır. “Cyrano
de Bergerac”’ı anımsar, insan onu okurken. Öylesine hoş bir kitaptır
ki, tuhaf ve alegorik diyalogların güzelliği, ansızın dinsel kantolarla
birleşiverir. Kimi yergisel bölümler, ahlakçı tavırlara bürünür. Kuru
ve yavan şiirler ise, her şeye rağmen, içten bir vatanseverliği
çağrıştırır ya da Protestanlığa bağlılığı yansıtır.
Kaynakça:
- Histoire de la Litterature Tcheque H. Jelinek 1930
- Cesky Dialog Marie Dolansky
- Mikulas Dacicky Josef Veseli
- Türk Ansiklopedisi Milli Eğitim Yayınları 1946
- Sosyalist Kültür Ansiklopedisi
Dacicky ve Arması
“Heslov’lu Dacicky’nin Anıları” adlı eserin önsözü
Bu önsözü, kim samimiyetle okumak isterse, gerçek ve adalet
dışında, onun yüksek bilgeliğini kabul edeceğim. Tanrı’nın nimetlerini
bilen ya da onları ölçüye vurmak istemeyen, başkasını kıskanmasın,
iyi insanları üzmesin.
Biz insanlar, Tanrı’nın yarattıkları; akıl, bellek, konuşma, sanat vb.
olmasaydı, dünyada hayvanlardan ve kötü putperestlerden başka bir
şey olmazdık. Ancak, başlangıcı ve sonu olmayan her şeyin yaratıcısı,
vericisi ve efendisi her şeye kadir Buoh; durdurulamaz, bilinemez ve
öngörülemez bilgeliği ile her şeye gücü yeten, iyiliği gereğince,
sonsuza kadar kalıp kalacak olandır. İnsanı, kendi sözleri haline
getirir. O, Kutsal Üçlü’de bölünmez Rab Tanrı, yaratıcımız, her
zaman onur, şükran ve övgü ile andığımız, emirlerini veren, her şeye
gücü yeten olarak biliyoruz. Tanrı’dan gelen diğer armağanların yanı
sıra, bir yabancının hayatını tartmak için Buoh’un ödünç verdiği yedi
özgür sanat ve buna bağlı olarak çeşitli zanaatlar öğretilebilir. Aynı
zamanda, Tanrı’nın bir armağanıdır bu. Tanrı bilgisinin yazılı bir
anlayışı ile böylece, Tanrı’nın iradesini ve emirlerini bilmenin, ondan
gurur ve övgüyle söz edip, onurlandırabilmemiz için gereklidir de bu.
Böylece insan ırkı, özellikle Hıristiyanlar için, düzgünce bu dünyadaki
geçmiş öyküleri yazmak ve basmak, onları torunlarına bırakmak
yararlıdır. Böylece Tanrı’nın iradesine göre birbirimize yardım
edebiliriz ve iyi bir şekilde, kendimizi Hıristiyan olarak yüceltebiliriz.
Atalarımızın, peygamberler, havariler, Evangelistler vb. olduğunu
kim yadsıyabilir? Sözü geçen hatırat ve sanat eserlerinde, nereden
geldiğimizi, kurtuluşumuzun ne olduğunu, neleri bilebileceğimizi,
Tanrı’ın ruhu ve sanatlarıyla bahşedilmiş daha birçok doktrini, onlarda
bulabiliriz. Ya gelecek hayatlar ne gösterecek? İlahiyatçıların onlara
ne öğreteceği, hastaların hangi doktorlara göre iyileşeceği,
astronomların neye göre soracağı, hangi hukukçuların neye göre
yargılayacağı vb. nasıl şekillenecek? Şanlı atalarımız nereden geldi,
soylular nasıl küçük düşürüldü ve alçaklar nasıl yüceltildi? Kim ne
yaptı ve geride ne bıraktı? Tanrı iyiyi nasıl korudu, kötüyü nasıl
cezalandırdı? Kötülükten kaçınma, iyiye, soyluya ve kurtarıcıya
bağlılık ve takip için tüm bu örneklerden, kendimiz ve Buoh’un
Tanrısallığının her şeye kadir emirlerini Musa aracılığıyla İsrail halkı
ile birlikte, işaretlerini alabiliriz. Bu nedenle, kişinin komşusunun
iyiliğini ve adaletini sağlaması için vakayinameleri, birbirine aşina
olan şeylerin hatırasını bırakması uygun, iyi bir şeydir ve yararlıdır.
Birçoğunun yazılı haklara, insanın belleğine; tanıklıkları, dünyanın
düzgün bir şekilde çoğalmasını, evliyken akitlerini, namusunu, iyiliğin
ve doğruluğun adını ve masumların hakkını savunmasını, kötü inanç
ve şüphelerden çıkması için çabalamasını kaydetmesi doğaldır.
Böylece masum Mordekay bile, Kral Ahaşveroş’un önünde, Amon’un
kendisi için hazırladığı ve daha sonra kendisinin asmak zorunda
kaldığı darağacından, vakayinameleri okuyarak, Hester kitabının ilk
bölümünde bildirdiği gibi, serbest bırakılır. Özellikle her yaştan insan
için, sadece kafaya ve belleğe yazılan, basılı bir not olmayan şeye, her
zaman tahammül edilemez. O şey zamanla ölür, ama en azından
geriye kalan bu tür kalıntılar ölümden sonra, atasözüne göre, sanki bir
topun ipinden kurtulması gibi, onların bilmedikleri şeyler soruşturulup
düzeltilerek, yavrularımıza hizmet eder hale gelir ve böylelikle
gelişiriz.
Verba volant, scripta manent (Söz uçar, yazı kalır). O zaman
herkes, kendisinin sadece iyi adının ve dürüst davranışının belleğe
alınmasını, sonra kötünün ve kötülüğünün görmezden gelinmesini ve
gizlenmesini ister. Doğamız gereği tabi olduğumuz ve Buoh’un,
tövbeye davet ederek insanlara günahları için nasihat ettiği, insani
aşağılama ve düşmeler belleğe alınmalı. Böylece, birbirimize kötülüğü
men ederek, iyiliği koruyarak öğrenelim ve çabalayalım. İyilikle
birlikte kötülükleri de analım. Hatta iyiyi ve kötüyü gizlememek için
yasalarımızın yemini bile, gerçeği aramamızı, iyiyi kötülükten
korumamızı, kötülüğün durdurulmasını ve doğruluğa yardım
edilmesini emreder. Tanrının emirleri de bu yöndedir. Güzel cübbeler
giyilerek, kötü davranışları örtmek isteyen çok insan var ve başkaları
da bunları görerek böyle davranmak istiyor. Bu kötü hastalık zamanla
ortaya çıkmalıdır.
Lord Buoh, yüce insana, yaratılışını, aklını ve sanatını vb.
anlatmadı. Böylece, şeytani bir şekilde, (ki bu da çok şey bilir, evet,
bir meleğin ışığında bile insan aldatmacasına dönüşebilirsin) çeşitli
hediyelerle Tanrı’nın halkı, Tanrı’nın emrine karşı gelerek kendilerine
zarar verirler. Haksız yere, boğaz için, mal mülk için, dürüstlükten
ayrılmak, alay ve utanç getirir. Çünkü bu tür şeyler, tüm kötü şeylerin
kaynağı olan İblis’e aittir; dilediği zaman korkunç bir intikamcı
olabilen ve doğru olanın kendisi olarak sonsuza kadar kalabilen
Tanrı’ya değil. Rab Tanrı’nın kendisine bahşettiklerini, kötülük ve
kötüler için kullanan kişi, kendini aldatır. Tanrı’nın kendisine emanet
ettiklerine layık değildir. Tanrı’nın armağanlarının kötü ve sadakatsiz
bir emanetçisi olarak, cezalandırılır ve bu dünyanın birçok bilge
adamının bilgeliği ve aldatıcılığı sinsice ele geçirmesi gibi,
cezalandırılır ve sonsuz kutsanmış yaşamın görkemi bozulur.
Ancak, hiç kimse Tanrı’yı aldatmaz ya da aldatamaz. Kurnazlık ve
aldatıcı sanattan ayrı olarak, her zaman daha iyi bir samimiyet ve
vicdan vardır. Bazıları, apaçık bir şekilde karıştırırken ve aldatırken
dünyaya göre zengin oluyorlar. Buna da, Tanrı’ın lütfu diyorlar. Buna
karşın, onlar ruhta ve temiz vicdanda yok olurken, yoksullar ve
muhtaçlar ortada kalıyor. Çünkü kötü vicdan, kendi içinde esenliği
olmadan, sadece boğazını doyurmanın düşünü, temiz bir zihinle değil,
kurtuluşunu aramak için görüyor. Oysa pişman olup, bir tövbe ile
hayatınızı düzeltmek gerekir. Tanrı, biz günahkarların ölümünü değil;
aynı Tanrı’nın oğlu tarafından bize vaat edilen, sonsuz yaşama sahip
olmamızı ister. Ayrıca, vakayinameler ve yıllıklar, ne bir dost ne de
bir düşman hakkında, lütuf, sıkıntı, öfke ya da nefretten dolayı hiçbir
aldatmacaya sahip değildir. Kendi haline bırakılacak olan, iyiyi
övmektir, şerefsizlik değil. İyinin kendisi övünür, kötü de kendini
gösterir ve tanıklık eder. Herkes bu konuda vicdanını rahat tutmalı,
gerçeği fark etmeli ve adil Tanrı’nın yargısına sığınmalıdır.
Zavallı Bohemya
Korkunç bir şekilde düşüyorsun sevgili Çek, perişan ve alay konusu
oldun,
Herkes memleketine koşar, oysa sen, kaçıyorsun;
Şanınız sefil bir şekilde düştü ve cesaretiniz bitti.
Özgürlük sürgün edildi, kim daha fazla suçluysa,
Kendini koru ondan Lord Buoh ve yeryüzünden cennete gidene kadar
yardım et!
Çek toprağı gitti canım annem, ağlamayı bile beceremiyorum,
bağır bana!
Övgüde ne kadar görkemli olduğumuzu anımsamak zor;
Fesatlar, günahlar, gerçekler, inançlarla hepsiyle baş başa kaldın.
Çekleri gülmekten men etmişler, özgürlükleri çarçur edilmiş;
Zaten haksızca yargılanıyorlar, sizi incitmişler, ah, nasıl ve kim sizi
iyileştirecek?
Ardından sefalet gelecek.
Moravia seninle düştü, seni suçluyorlar. Düşman çıkıp saldırıyor,
Ağlıyor seninle, Silezya ve Lusatia;
Sen efendilere karşı çıktın, onlar da kötüyü yaşattılar sana.
Zevklerinizi, gümüşünüzü, altınınızı, kaybettiniz ve şimdi daha da
kötü durumdasınız,
Birçoğunuz zaten yok olmasına rağmen, hiçbiriniz hiçbir şeyden
pişman değilsiniz.
Ledakdos dövüyor, öldürüyor, üzerinize çamur atıyor,
Birçoklarınız oğullarınızın da katıldığı ziyafetler veriyor,
Ey sevgili Çekler, siz zaten zavallı köleler olmuşsunuz!
Rab Tanrı, bu fesatlar nedeniyle, dilediği zaman istediğinizi yapmayı
reddeder.
Mücadelesini veren, müminleri için barış yapan her adam ise, manevi
bir zırh alır.
Ah, günahların tövbesi, tebaalar ve efendiler, ölüm herkese var, kimse
ona karşı koyamaz.
Yukarıda, Rab Tanrı’ya dua et! Barış dile, farklılıkları iptal et.
Sana daha çok şarkı söylerdim, artık yurdumla yanamam.
Çok üzgünüm yurdum, korusun bizi Yaradan!